Jump to content

User talk:Mdupont/List of religious places in Prizren

Page contents not supported in other languages.
From Wikipedia, the free encyclopedia

Prizrenli-Suzinin-500-Yl

[edit]

http://www.scribd.com/doc/17454507/Prizrenli-Suzinin-500-Yl

1 TÜRK YAZARLAR DERNEĞİ, PRİREN PRİZRENLİ SUZİ’NİN 500.

YILI (Bildiriler, bilgiler, belgeler ) Hazırlayan: Altay Suroy Recepoğlu 2000 PRİZREN 2 KOSOVA TÜRK YAZARLAR DERNEĞİ, PRİZREN Sezai Suroy Sok.18, Prizren / Kosova Tel. 00 381/ 29 / 24552; 24242; 26759 PRİZRENLİ SUZİ’NİN 500. YILI (Bildiriler, bilgiler, belgeler) Hazırlayan: Altay Suroy Recepoğlu Birinci Baskı: Mayıs 2000 Prizrenli Suzi’nin 500. yılı bilimsel toplantı bildirilerindeki her nevi sorumluluk yazarlarına aittir Kapaklar: Sultan Selim Han’ın 1512 yılında Suzi’ye bağışladığı Grajdanik çiftliğine ait temlikname Dizgi ve baskı: BAF GYK Şirketi, Prizren Tel.029/24-926 3 Sunuş Prizrenli Suzi’nin Mihailoğlu Ali Bey Gazavat-namesi’ni kaleme alışının 500. yılına adanmış ve 10 Ekim 1998 tarihinde Prizren’de Kültür Evi’nin büyük salonunda düzenlenen bilimsel toplantıda sunulan bildirileri, Suzi ve eserlerine ait bilgi ve belgeleri içeren kitabın yayına verilmesinin zevkli heyecanı içinde bulunuyorum. Kosova’da durum daha bileşik olurken ve savaş öncesi telaş yaşanırken bu toplantının yapılmasına sadece Suzi’ye varolan büyük aşk neden olmuştur. Birçok bilim adamı Suzi ve eseri hakkında bildiri sunacağını bildirmesine rağmen özürlü nedenlerden o gün aramıza katılamadı. Şiirleriyle, Osmanlı dönemine ait edebi yaratıcılığı üzerinde yaptığı incelemelerini kitap olarak bilim dünyasına ve okuyuculara sunmakla ve bilimsel toplantılara bilidirileriyle katılmakla bu alanda büyük hizmeti olan Harid Fedai Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden aramıza gelip Suzi’nin Gazavatnamesi üzerinde yaptığı çalışmalarıyla elde ettiği bilgileri sundu. Hep birlikte Suzi’nin inşa ettiği camisi, türbesi, çeşmesi, mektebi, kütphanesi ziyaret edildi. Dilekler bu eserlerin bir an önce onarılıp korunma altına alınmasıdır. Bilimsel toplantıya katılamadıkları için üzüntülerini bildiren ve toplantının başarılı geçmesini dileyen telgrafların, faksların ve bizzat telefonla arayıp bunu bildirenlerin sayısı Kosova’da 1998 yılında böyle bir örgütlemenin ne kadar büyük önem taşıdığını ve ilgi uyandırdığını kanıtlamaktadır. Toplantıda, okunan bildirilerin yayınlanması için alınan kararın iki yıl sonra gerçekleşmesi de bu örgütlemenin önemli olduğunu göstermektedir. Bu vesile ile Suzi’nin kimliğinin, eserlerinin daha geniş bir şekilde bilimsel işlenmesine kaynak oluşturacak bir kitabı oluşturmaya düşündük. Bu yüzden elimizde bulunan ilk el evrakları, günümüze kadar Türkçe yayımlanmamış kimi çalışmaları, Tezkirelerin Suzi hakkında yazdıklarını kitaba almaya uygun bulduk. 11 Haziran 1999 günü Sırbistan İç İşler bakanlığı görevlileri Prizren’de evimize baskın yaparak bilgisayar, disket, kamera ve kasetleri, Türk yazarlar derneği dosyasını ve yıllar boyunca arşiflerde ulaşabildiğimiz evrakların kopisini temin 4 ettiğimiz belgeleri alıp götürürken Prizrenli Suzi’ye ait olan birçok belge de yok oldu. Alman Türkolog Frannc Babinger’in Suzi ile İlgili Rus asıllı Türkolog Aleksej Olesnicki’ye yazmış olduğu Almança mektupların aslını bu yüzden kitabımızda bulunmuyor. Ancak bu mektupların daha önce yapmış olduğumuz Türkçe çevirisini şimdiye kadar yayımlanmamış birer belge olarak yayımladık. Türkiye Cumhur Başkanı Sayın Süleyman Demirel’in 15 Ekim 1999 günü Prizren ziyareti sırasında Türk Yazarlar Derneği’ne bağışladığı para ile kitabin yayımlanmasına imkân yaratıldı. Kosova’da doğmuş, yaşamış ve Türkçe eser yaratmış birçok değerli şair, yazar, bilim adamını Türk Yazarlar Derneği kendi etkinlikleri çerçevesinde anıp yaşatmaya çalışmaktadır. İnşallah geçmişte Kosova’da yaşanan olaylar bir daha tekrarlanmaz ve çalışmalar huzurlu bir ortamda planlaştırıldığı gibi gerçekleşir. Prizren, 05 Nisan 2000 yılı. Altay Suroy Recepoğlu Türk Yazarlar Derneği Başkanı Başkanlık divanı: Mr. Bedrettin Koro, Altay Suroy Recepoğlu ve İskender Muzbeğ 5 AÇILIŞ TÖRENİ SUZİ GAZAVATNAMESİNİN KALEME ALIŞININ 500. YILDÖNÜMÜ “Allah’a hamd olsun ki, ilk insan olarak Ademi, İsa’yı erkeksiz dünyaya getirdi, güneşe ve ay’a ışık verdi, ağaçtan ateşi çıkardı ve bu dünyay’ı bir dert ve gam yeri yaptı, ahireti kendisine minnettar kalanlara açıkladı …” ile başlayan Abdullaoğlu Mahmud’unoğlu Mehmed’in veya Prizrenli Suzi olarak bilinen şairin 1513 yılın’da Prizren’de tasdıklanan Vakfiyesindeki tümcesiyle açıyorum Prizrenli Suzi Gazavatnamesinin 500. yılına adanmış bilimsel toplantıyı. Sayın Türkiye Cumhuriyeti Belgrad Büyükeliliği temsilcileri, Prizren İslam Birliği Kurul Başkanı ve heyeti, Türk Demokrat Birliği Genel başkanı, şube başkanları, Türk Dernek ve kuruluşlarının başkanları, yöneticileri, temsilcileri, Üniversite, orta ve ilkokul öğretim üyeleri, yayın ve basın temsilcileri, Suzi âşıkları ve tüm katılanlar, Prizrenli Suzi’nin “Mihaloğlu Ali Bey Gazavatnamesi”ni kaleme alışının 500. Yıldönümüne adanmış törene hoş galdiniz. Dobro došli na svećanost povodom obeležavanja 500 godšnjice nastanka knjıževnog dela Prizrenca Suzi’ja “Ep O pohodima Mihaloglu Ali Beja” Mir se keni ardhur në kremtimin e 500 vjetorit të veprës “Gazavatname e Mihaloğlu Ali Bej “ të Suzi Prizrenasit. Örüsi asmanun sebze –zarı Suvadı aftabun çeşme-sine Veya bugünkü anlamıyla: 6 Otlaklar, gökyüzünün sebze bahçeleri (dir) şu gülcükleri ise güneşin çeşmeleridir. Bir beytinde diyen Suzi’yi daha iyi bilmemiz ve anlamamız için yaşadığı dönemi, dilini, sanat anlayışını, felsefesini, şiirlerindeki güzellikleri, iletme istediği iletileri incelememiz gerekiyor. Pürzerinli Suzi’ye verilen sanlar, adlar ayrı bir mana taşır. Bunların hangi dönemlerde, hangi sebeplerden dolayı kendine yakıştırıldığını incelemek gerekiyor. Molla, Mevlana, Nakşibendî, Müderiz, Çelebi, Zerrin, Pürzerinli ve Suzi gibi sanların, takma adların ve mahlasların şair Mehmed’e yakıştırılmasının nedenleri vardır. Bu nedenler araştırılıp şairin ne kadar önemli bir kişi, değerli bir yaratıcı, insansever, hayırsever olduğu kanıtlanacaktır. Elimizde bulunan eserler, bugüne kadar korunan taşınmazlar Suzinin büyüklüğüne hayran ediyor bizi. Suzi’nin Nehari ve Sa’yi takma adlarıyla anılan şair, yazar kardeşlerinin ve Ayşe adında bir kızının varolduğunu yazılı kaynaklar bildirmektedir. Bunlar Suzi’nin Şeceresinin yapılması için ipuçlardır. Suzi’nin yaptırdığı ve vakfettiği eserler, O’nun ne kadar hayırsever olduğunu kanıtlarken, rüşvet yiyen Kalklandelen kadısının bir yetimin hakkını yediğini öğrenince yazdığı şiirli ihbarı Sultan Selim Han’ın eline geçince bu kadının azledilmesine, şaire ise Grajdanik çiftliğinin verilmesine neden olması, haksızlıkları önlemekte ne gibi savaşım verdiğini göstermektedir ve her konuda şiir yazan güçlü bir şair olduğunu kanıtlamaktadır. Bunlar Suzi’nin incelenip araştırılması gereken önemli kişilik unsurlarıdır. Bizler müelifi olduğu “Mihaloğlu Ali Bey Gazavatnamesi”nin kaleme alınışının 500. yıldönümü kutlarken O’nu her yönüyle yaşatmalıyız. Çünkü Suzi’den bugün bile güzel yaşamak için alınacak öğütler çoktur. Gazavatnamesi’ni okuyup anlayan kişi silaha sarılıp can kıymaktan vazgeçer. Savaştan ibret alır. Türk Yazarlar Derneği imkânlarını aşan bir örgütleme ile Suzi’nin bu jübilesini kaydetmeye girişti. Çünkü Biz Yugoslavya Türkleri olarak yüzyıl veya beşyüzyıl önce yaşamış, Türkçe eser bırakmış olan, dinimize ve ulusal kültürümüze hizmet emiş, eser bırakmış kişilere sahip çıkmalıyız. Zaten onlara sahip çıkarak yüceliklerini, büyüklüklerini başkalarına da duyurtmuş, tanıtmış olacağız. Birbuçuk yıl önce Suzi’yi anmak, kişiliğini aydınlatmak, yaratıcılığını her yönüyle incelemek amacıyla Uluslararası bir sempozyumun düzenlenmesini kararlaştırdık. Bu yönde çalışmalar sürdü. Sayısı çok bilim adamı ilgi gösterdi. Ama son aylarda Kosovada silahlı çatışmaların başlamasıyla ve ağır olan ekonomi sıkıntıların daha fazla büyümesiyle Sempozyumu düzenleme Kurulu örgütlemede değişiklik yaparak dört gün sürmesi öngörülen Sempozyum yerine birgünlük “Prizrenli Suzi’yi anma töreninin 7 düzenlenmesini” karar aldı. Bugünkü törene katılamayan bilim adamlarının gönderdikleri bildirileri, bugün özetli bir biçimde bilim adamlarınca sunulacak olan bildirilerle birlikte ayrı bir kitapta yayımlanması için gayret sarfedilecektir. Böyle bir jübeleyi kutlama sevincini yaşarken aramızdan değerli bir bilim adamını, Derneğimizin ve Kutlama kurulunun üyesi Mr. Hamid Altıparmağı kaybetmekten duyduğumuz üzüntüyle de yüklüyüz. Bu vesile ile bu dünyadan göçen arkadaşımızın yattığı mekkanının cennet olmasını Allahtan istirham (niyaz) ederim. Geçen yüzyıllar içerisinde insanlığa hizmet etmiş, ardına eser bırakmış büyüklerimiz nerdeyse unutulmaktalar. Bugün birçok semt, mahalle adlarıyla sadece bu yerlerin sakinlerince anılırken, bu yerlerin adlarının Belediye Meclisi kararıyla resmileşmesini, kimi sokakların ve kamu kuruluşlarına adlarının verilmesi için alınacak karar yerini bulur. Bu dönemin şairleri okullarımızda okutulan ders kitaplarında bile yok. Türk dili ve edebiyatı derslerinin plan ve programlarına alınmalıdır Suzi, Priştineli Mesihi, Aşik Çelebi, Şem’i gibileri. Demi hoş gör ki dehrin hu’beti var Felek deyrin dürlü dürlü sureti var Devrimizi hoş gör, bu dünyanın çeşit şeçit oyunu Bu alemin türlü türlü şekli var. Huruş-i ra’d sanmam bu sadayı Şu ahımdan felek feryada geldi Bu gürültüyü gök gürlemesi sanmayın, Benim ahımdan felek feryad etmeye başladı Mihaloğlu Ali Bey’in Gazavatnamesi 15000 beyten oluşan bir mesnevidir. Her mısraı onbir heceden oluşur ve beytler birbirine uyaklıdır. Ünlü akıncı Mihaloğlu Ali Bey’in Sırbistan, Macaristan ve Bosna seferlerini, Ali Bey’in aşklarını anlatır. Birçok yerin güzellikleri tablo misali betimlenmektedir. Şairin duyguları da dile gelmektedir eserde. Eser edebi değerinden başka tarihi olaylarını anlatan, tarihi yazmak için değerli bir kaynaktır. Zamanın Türkçesiyle yazılmıştır ki dilcilerin Suzi’nin dilini incelemesine iyi bir fırsattır. Bu eser hatatlar tarafınca çoğaltıldığını kanıtlıyan bugün İstanbul Millet Kütüphanesinde, Agah Sırrı Levend’in arşivinde, Berlin’de Preussisce Staatsshibliotek’te ve Zagreb’te Bilim v Güzel Sanatlar Akademsinde korunan nüshalar kanıtlamaktadır. Bu elyazmalardan Berlin’deki nüsha en eskidir, çünkü Hicri 937, Milladi 1530 yılında kopye edilmiştir. Bu ise 8 Gazavatnamenin bu yıldan önce yazıldığını kanıtlamaktadır. Mesnevi beşyüzyıl önceki olayları anlatmaktadır. Suzi ise olayları görmüş ve yaşamıştır. Bügün Prizren’de de Gazavatnamenin kitap olarak yayımlanmasıyla geniş bir çervrenin kaynaktan bilgi edinmesine olanak yaratılmıştır. Bu kitabı yayımlayan BAY dergisi eşine zor rastlanır bir hizmette bulunmuştur. İlerde Suzi camiinde ve cami kompleksinde bulunan yapılarda onarım ve konservatör işleri gerçekleştirip Suzi mektebinin /dershanesinin/ ve kütüphanesinin hizmete açılması gerekir. Bu binada Suzi gazavatnamesi’nin, vakviyesinin, Sultan Selim’den verilen Temliknamenin, Suzi’ye sunulan methiyelerin, hakkında yayımlanan kitap, yazı ve diğer eserlerin teşhir edileceği Suzi müzesi açılmalıdır. Suzi çeşmesi içler acısı bir durumdadır. İçi oymalı mermer yalağı ve birkaç taşından başka eser kalmayan Suzi çeşmesi onarılıp eski haline getirilmelidir. Suzi köprüsünden kalan tek göz onarılıp etrafı temizlenmelidir. Grajdanik’teki Suzi mesire yerinde bulunan Delikli Taş, çeşme, türbe ve Sozi deresi ahali tarafınca korunmaktadır. Suzi değirmeni ise devletleştirilip yıkılmıştır. Cami avlusunda bulunan Suzi ve Nehari’nin yattığı türbede bulunan Suzi kabrinin baş taşı Kosova Kültür ve Tarihi Anıtları Koruma Kurumunun 632 sayılı ve 15.08.1959 tarihli karanamesi ile devlet koruması altına alınmışsa bugüne kadar bu kurum tarafınca koruma ile ilgili en küçük bir eylem yapılmamıştır. Kültür Eserleri Kanununa göre sadece mezarın baş taşı değil, Suzi camii, cami arazisi, Suzi Çeşmesi, Köprüsü ve Grajdanik’teki “Sozi” ayrı bir değerden olan tarih ve kültür eseri olarak devlet koruması altına alınmalıdır. Çünkü bu taşınmaz eserler yüzyıldan çok önce vardır ve bu yörede yaşayan milletlerin tarihi, kültür, sanat eserleri ve inanç yerleridir. Suzi “Aşk ateşiyle yanan” anlamındadır. Bu Sanata karşı olan tutkudur. 1520 yılında Prizren’de doğmuş şair ve ünlü “Meşahiru Şu Ara” (Ünlü Kişilerin Hayatları ve Eserleri) Teskire yazarı Aşık Çelebi Prizren’in şairler kaynağı olduğunu yazmaktadır. Bu kaynak bugün de kaynamaktadır ve sanat tutkusu bugün de Prizren’de sürmektedir. Çünkü bugün Suzi, Aşık Çelebi, Nehari, Mümin, Şemi, Behari, Tecelli ve Sucudi gibi şair ve yazarların kalemini kağıt üzerinde gezdirenler çoktur. Bu törenin gerçekleşmesi için emeği geçenlerin tümüne, ayrıca Kurul üyesi İskender Muzbeğ ve Bedrettin Koro'ya ve maddi yardımda bulunan «Drini» Mal ve Can sigorta şirketine teşekkür ederim. 10 Ekim 1998, Prizren 9 Altay Suroy Recepoğlu BİLDİRİLER Prizrenli Sûzî Gazavât-nâme’sinin 500. Yılı ve Prizren ile Çevresinde Türk Kültürü Sempozyumu Prizren, Yugoslavya 9-11 Ekim,1998. Mihaloğlu Ali Bey Gazavāt-nāme’sindeki Özdeyişler ve Deyimler. Harid Fedai* 1.Giriş: Sehi Bey tezkiresinde (112.s.) Prizren’li Sûzî’nin kaleminden çıkma Mihaloğlu Ali Bey Gazâvat-nâme’sinin 15 bin beyit olduğı yazılıdır. Ancak eksikli olan 4. nüsha bir yana bırakılırsa eldeki 3 nüshada da bunun böyle olmadığı görülmektedir. Acaba Tezkire’nin yazdığı gerçek miydi de şimdiye değin “bütün” ün ancak bu kadarı yani 1798 beyti bulunabilmiş, gerisi yitip gitmiştir; ya da Sehi Bey eseri görmemiş, bir duyum üzerine öyle yazmıştır.… gibi hâlâ gündemde olan duraksamaları enine-boyuna irdeleyecek değiliz. Zaten eldeki veriler de buna yeterli değildir. Ancak bir nokta üzerinde dikkatleri toplamak istiyoruz: Sūzī, eseri başında Ali Bey’in gazalarını sıraladığına göre i. (231-238.ss.) bunların tümünü de bildiği kuşkusuzdur: Bularuñ çün ġazāsına ‘aded yoķ Bu bahruñ sāhiline hīç had yoķ- 435 Beytiyle dile getirildiği gibi bunlar öylesine çok, öylesine çeşitliydi ki… ii. Eserde Mihaloğlu Ali Bey’in sırf evlenmeden önceki gazaları konu edinilmiş ve aralarına bir de sevda macerası karıştırılmıştır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Lefke Avrupa Üniversitesi Öğretim Görevlisi Ve DAÜ. Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Üyesi. 10 * Böylesine bir birikimin içinde bulunan Sūzī gibi duyarlı ve titiz bir şairin sadece bu kadarla yetinmesi olası mıydı? Kendi deyişiyle, ‘bir başlangıç’ yapacak ve de Allahın yardımıyle sonunu getirecekti: Yazalum biñde birin halķa bari Yine yārī ķılursa ‘avn-ı Bārī- 436. Görüldüğü gibi kolları sıvamış, ancak hangi sebeptendir, bilinmez; bir yere kadar gelip durmuştur. Sehi Bey’deki ‘15 bin rakamı’ ise, işin öyle planlandığı, ancak evdeki hesabın çarşıya uymadığı görüşü ile açıklanabilir. Eldeki nüshaların ayni beyitle başlayıp ayni beyitle bitmeleri de, herhalde, bir rastlantı değildir. Demek ki, Sūzī’nin ağzıyla söylersek, “Avn-ı Bārī yārī ķılmamış” ve planlanan eserden ancak bir bölümü yazılabilmiş, arkası gelmemiştir. Bu bakımdan Mihaloğlu Ali Bey Gazavāt-nāme’sinin başka bölümlerinin de bulunacağını beklemek, bize göre, abes olur. 2. Sūzī’nin Hayatı: Gazavāt-nāme’sinde olduğu gibi şair Sūzī’nin hayatında da bazı karanlık noktalar vardır. Agâh Sırrı Levend, ondan sözeden hemen bütün kaynakları taramış ve hakkında söylenenleri sıralamıştır.1 Biz ise bunlara, bütün tezkireleri tarayarak hazırlanan ve Nâilî Tezkiresi (1949) nin yazdıklarını eklemekle yetineceğiz: Ek-1. Tezkirede Sūzī’nin kısa hal tercümesi, yanısıra üç gazelinden toplam sekiz beyit ile Gazavāt-nāme’den ise dört beyit aktarılmış bulunuyor ki bunlar Gazavāt-nāme’nin 566-68 ve 867. beyitleridir. Ayraç içinde söyleyelim: Bu eser bizde tezkireler dizisinin sonuncusu olup 75 kadar tezkire ve tercüme eser taranarak hazırlanmış ve 31 Mart 1949 günü eski yazıyla yazılıp tamamlanmıştır. Eski Hamedan konsoloslarından İnehān-zāde Mehmed Nā’il Bey’in bu yazma eserinde 5 bini aşkın divan şairimizin kısa hal tercümesi ile onlarla ilgili kaynakça vardır. Ayracı kapatıp konumuzu sürdürüyoruz: Gazavāt-nāme’nin Özelliği: Agâh Sırrı Levend’in de belirttiği gibi Mihaloğlu Ali Bey’in Gazavāt-nāme’si epik bir karakter taşır. Akınlar ile akıncıların hayatı tasvir edildiğine göre eser, bu çizginin tek örneği sayılır. Mısra mimarisi sağlam, şiiri güçlüdür. Saldırıları adeta bir “‘āşık tutkunluğu” ve bir “ heyecan tūfānı”yle anlatır, “dīnī vecd içinde” kendinden geçer. Örnekleyelim: 1 Ġazā deryā vü biz māhī-i şeydā Gazavāt-Nāmeler ve Mihaloğlu Ali Bey’in Gazavāt-Nāmesi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1956, 197-202.ss. 11 Ne dirlik māhīye olmasa deryā- 485 Gözümüzde uçardı dün hayāli Bugün ‘arżėtdi ġāyıbdan cemāli – 486. Göñül Hıżr ü ġazā āb-ı hayātı Nider Hıżr āb-ı hayvānsuz hayātı – 487. Şehīde hūn-bahā vaşl-ı Hudādür Hezārān baş ü cān ü ten fedādür. 1005 Erüñ dünyāda mi‘rācı bu demdür Nice mürsel o demden muğtenemdür-1006 Zekeryā kim serā-ser cān olupdur İşitdük bu deme ķurbān olupdur- 1007 Anuñçün bu deme cān vėrdi Yahyā Bu demde ki bulur ‘āşıķ tesellā-1008 Hele Mihaloğlu Ali Bey’in ağzından Tuna’ya bir seslenişi var ki, bu on üç beyitlik hitap şekli akıncılarla Tuna’nın nasıl haşir-neşir olduğunun en güzel ifadesi ve de Türk’süz bir Tuna’nın sırf bir nehirden öteye geçmediğinin en çarpıcı göstergesidir: Ek-2 Biz de Agâh Sırrı Levend’in yayımladığı metni2 tarayıp bu özgün eserdeki özdeyişlerle deyimleri çıkararak, kendimize göre, onların açıklamalarını yaptık: Ek-3b, 4b. Bulduğumuz özdeyişlerin sayısı 85 (Ek-3a), deyimlerin ise 68 dir (Ek-4a). Görüleceği gibi bunların hemen hepsi açık anlamlı olup günümüzde dahi yadırganacak gibi değildir, hatta aralarında bazıları çok yaygın şekilde kullanılmaktadır. Onlardan seçtiğimiz örneklerle sözümüzü noktalayacağız: Cleveland – Ohio 28.07.1998. Ekler: 6 adet. 2 Levend, age., 228-358.ss. 12 Ek-1 903 Eğerçi bir deñiz mānendi cūsın Velī tīgum deminde sürh-rūsın Benüm devrümde çıktı dāstānuñ Benümle söylenür nām u nişānuñ Benümle yādėderler sen Furātı Netekim Hıżr ile āb-ı hāyatı. 906 Benem sırr-ı ‘Alī sen ‘ayn-ı kevser Zihī sāķī zihī mā’-ı muţahhar Velī ‘aybuñ budur kim ķanlu cūsın Beġāyet bīvefā vü kīne-cūsın Sürüp merdümlerüñ ķanın yüzüne Vėrem dėrsin bu yüzden reng özüne. 909 Ne cūsın kim suyuñ seyl-i fenādur Zülālüñ menba‘ı ‘ayn-ı ‘anādur Sularda ķanlu ırmaķsın kemāhī Bilür bu mācerāyı mürġ u māhī Geçürdüñ mevciñi evc-i semādan Sefīneñ lengerin tahte’s-serādan 912 Bize yol vėr geçelüm Ungurūsa Salalum ġulġule Eflāķ u Rūsa Ġazā bayrāmına ķurbān olalum Ne ķurbān kim serā -ser cān olalum Yine tīg-ı Resūl āvāzelensün Yine erkān-ı Hayder tāzelensün. 915 Nedür ‘ıydı bu cem‘uñ vasl-ı Cānān Ķo olsun ķoç yiğitler ‘ıyde ķurbān. (Levend, age., 295-96.ss.) 13 Ek-3a ÖZDEYİŞLER 11 Göñül Mūsāsına ķıl bir tecellī Ki ţağ üsti ola bāğ-ı tesellī 49 Sabūr ol kim ķılur ķulları ‘ısyān Yine rızkın virüp besler kemākān 60 Şolar kim ‘ilmile hurşīd-ferdür Yine māhiyyetinden bī-haberdür 84 Bende-fermān olduñise ‘ālemün sulţānısın Sen gerekse gey ķızıl aţlas gerek ķare celes 151 Ki söz bünyādı muhkemdür felekden Değül ţaş yapudan mermer direkden 154 Ne meh-rū var ki bāķīdür cemāli Velī söz mihrinüñ yokdur zevāli 160 Bihiştüñ mīvesinden ţatludur söz Neden dėrsem dahi lezzetlüdür söz 179 Nice pervānesi var ol çerāġuñ Hezārān bülbüli bir gül yañaġuñ 216 Muhāţabsuz söze gelmez sühan-ver Metā‘a müşterīsüz kim bahā dėr. 217 Ne deñlu ‘aķl olursa çāpük ü çüst Sözi diñlenmese ţab‘ı olur süst. 219 Velī hurşīdi vasf ėtmezse zerre Ne noķsān kim ‘ıyāndur bahr ü berre. 255 Sehāvet sırrı her cānda bulunmaz Bu gevher değme bir kānda bulunmaz. 14 267 Şecā‘atle sehā Hakdan ‘aţādur Sehā ehli şecī ‘olsa revādur. 268 Mukarrerdür sahī olmak bahādur Olur ‘aksi anuñ ‘ālemde nādir. 269 Belī dünyā-perest ol ‘ışķa doymaz Ki her kim māla ķıymaz cāna ķıymaz 270 Bahīl ādem sever dünyāyı cāndan Geçer cānāndan u geçmez cihāndan 271 Ġarībe kapusında olmaz ihsān Ţolar bir yaña it bir yaña derbān 272 Eğer vėrse dahi bir pāre nānı Ciğer ķan olmayınca vėrmez anı. 273 Sanur cān alıcı görse gedāyı Te’essüfünden ölür ķılsa ‘aţāyı. 276 Ol ayuñ gerçi yılduzdan ķulı çoķ Birbirinden özge bir kimi yoķ 295 Demür çıķmaya altun ma’deninden Diken bitmeye cennet gül-şeninden 299 Sa’ādet añlanurdı çünbişinden Eyü gün bellü olur ţoġuşından 339 Bıçaġ ėrdi süñüge Türk elinden Ķoyunuñ sorma hālin gürk elinden 340 Anuñçün şādlıkda istenür dost Ki ġam vaķtinde düşmenden soya post. 341 Vefā ehli hemīn ana dėmiş yār Ķ’ola rūz-ı muşībetde vefādār. 343 Bu deyrüñ safhasında yazmış ebrār Vefasız yārdan yeğ naķş-ı dīvār 15 347 Bu mekri sanma kim tenhā bañadur Bugün baña ise yarın sañadır 348 Bu Türk azdur dėyü ėtme bahāne Oduñ bir şu‘lesi besdür cihāne 397 İrādetsüz mürīd ėrmez murāda Olursa Şeyh-i Edhemden ziyāde 400 Bu düş sevdāsıyile nergisi gör Yatur şöyle ki yılda bir uyanur 487 Göñül Hıżr ü ġazā āb-ı hayātı N’ėder Hıżr āb-ı hayvānsuz hayātı 489 Nasīb olursa cān ġavvāsına dür Bu şūr-engīz deryādan ne ġamdur 591 Ne bīgāne bilür ne āşnāyı ‘Aceb kim vasfėder ķanlı Ţunayı 598 N’ėderler cānı Cānān olmayınca Ne’ėderler hānumān hān olmayınca 599 N’ėder ‘Azrādan ayru cānı Vāmıķ N’ėder dīdārsuz firdevsi ‘āşıķ 603 Bu yolda Yāra ķurbān eylemek cān Yeğ andan kim içersin āb-ı hayvān 618 Çū Leylī açmıya Mecnūna dīdār Çi mahbūb-ı cihān çi naķş-ı dīvār 700 Saķın Cānān öñinde añma cānı Saķın cānile bir görme cihānı 701 Saķın Yārı koyup aġyāra baķma Saķın gül-şen dururken hāra baķma 702 Saķin ġāzī geçüp dartınma cānı Saķın dervīş olup sevme cihānı 16 703 Saķın Hātem geçüp himmetsiz olma Saķın er dirilüp ġayretsüz olma 704 Saķın Sūzī yalancı ‘āşıķ olma Saķın sālih görünüp fāsıķ olma 720 İki işden birini ihtiyār ėt Ya yārdan geç yāhūd terk-i diyār ėt 722 Belī ser vėrmeğe server gerekdür Bu ‘ışķa döymeye key er gerekdür 724 Mü’ennesden bahādırlık gelür mi Muhannes Rüstem-i Destān olur mı 725 Dėdi cān terki müşkil kāra beñzer Velī terk-i diyār olsun muķarrer 726 Bu rūşendür ki cān bostānda bitmez Bu lāle her bahāristānda bitmez 756 Seker keklikleyin her serv-i sīmīn Ne bilsün kim uçar ardınca şāhīn 796 Cihānda cān hemīn Cānān içündür Belī erkek ķoyun ķurbān içündür 798 Ne ġam ferzend ü māl ü ‘avret içün Ki er ţoġdı cihānda ġayret içün 799 Döşekde cān çakiçmek key belādür Ķılıçdan yara ėrmek hōş safādur. 801 Ki ser vėrmezseñüz serverlikile Fedā ėtmezseñüz cān erlikile 802 Size āhır ecelden hīç emān yoķ Muķadder va‘deden artuķ zamān yoķ 804 Ķılıçtan başa biñ yara ėrişmek Yeğ andan kim döşekde cān çekişmek. 17 805 Soñı her bir vücūduñ çūn ‘ademdür Şehīd olmaķ bugün demdür ķademdür 806 Şehīd içün bezendi bāġ-ı Rıżvān Şehīd içün ţonandı hūr u ġılmān 807 Şehīde hūn-bahā cennet degül mi Ne cennet hażret-i ‘izzet degül mi 808 Şehīdüñ türbesi kandilidür māh Şehīdüñ nūr ėner ķabrine her gāh 810 Tevekkülden ķuşanalum ķuşaġı Ķoparalum yerinden ķara ţaġı 811 Kimüñ kim ‘avn-ı Haķdur dest-gīri Olur düşmen eli baġlu esīri 812 Bize çūn reh-nümā feth ü zaferdür Ķara yüzlü ‘adū yüz mi aġardur. 855 Zihī hırmen ki başdan dānesi var Ķara yer dānesine olmış anbar 882 Bu ķavma baş olımaz her sipeh-dār Süleymān ķılamaz her küleh-dār 950 Ne şehrüñ kim değül sulţānı ‘ādil Eğer Baġdād ise andan sefer ķıl 977 Kemüksüzdür cihanda çünki her dil Ne geldise diline söyledi dil. 987 Ere meydāndan özge gül-şen olmaz Ķılıçdan hūb berg-i sūsen olmaz. 1036 Erüñ serverliği bihterliğidür Ėyu adile ölmek dirligidür 1045 Eğer dervīş eğer şāh-ı cihāndur Elin ţutmazsa ‘avnuñ nātüvāndur.

1099 Baķaraķ git öñüñe kim kuyu çok 18 Eğer rāżī değülsen ‘özre yer yok 1100 Siper gibi göğüs germe cihāna K’olursıñ tīrine çerhuñ nişāne 1101 Saķın dünyā-yı gaddāra inanma Şovuķdur yüreği aña ısınma 1104 Salınma nāzilė serv-i sehī vār Ki eyler rūz-gār āhır saña kār 1105 Gül-i ter gibi nāziklenme ėy dil Ķara ţopraķdur āhır saña menzil 1106 Ne fahreylersin aţlas ţonile sen İki arşun besile çūn gider ten 1166 Ne rengi var mahabbetsüz kelāmuñ Olur mı lezzeti ţuzsuz ţa‘āmuñ 1167 Ne deñlü şevķ ola sohbetde meysüz Girür mi mevlevīler raķsa neysüz.

1178 Kimün kim ‘ışķı yoķdur serserīdür Ķanatsız ķuşdur uçmaķdan berīdür.

1180 Bu söynük göñlüñe bir hūbı sevdür Ki odsız ev bilürsin ķuţsuz evdür 1314 Hazāndur çūn şañı bu nev-bahāruñ Demin sür lāle veş bu sebze-zāruñ 1389 Bilişlük vėrme Haķdan yād olana Olursa fi’l-mesel ata vü ana.


1509 Var ėy gül ġonce veş çek hırķaya baş Yeter hem-dem saña baġruñdaki baş. 1515 Cihānda yarasuz bir merhem olmaz Ciğer ķan olmayınca bir dem olmaz. 1582 Ne yüce dergāha istiġnāsı var 19 Bir görür dervīşi vü sulţānı ‘ışķ 1651 Ciger zahmı bilinmezse sözümden ‘Iyān olmaz mı hūn-efşān gözümden 1665 İki başdan olur dėrler mahabbet Ezel bezminde baġlanmış bu ülfet. Ek-3b. ÖZDEYİŞLER (Açıklamalı) 11 Gönül Musa’sına bir görün ki dağlar yeşerip avuntu bahçesine dönüşşün. 49 Sabırlı insan odur ki adamları isyan etse dahi yine ayni şekilde haklarını vermekte devam eder. 60 Bilgili olmak insanın kendisini bilmesi için yeterli değildir. (Bu özdeyiş; “Kendi cehlini bilmek kadar irfân olmaz.”sözünü çağrıştırır.) 84 Dış görünüş, giyim-kuşam önemli değildir. Önemli olan insanın nefsine hükmetmesi, insiyatif sahibi kimliğini taşımasıdır. 151 Söz, değil herhangi bir yapıdan; hatta dünyadan bile daha sağlam, daha güclüdür. 154 Güzelliği geçmeyen hangi güzel var? Ama, söz güneşinin batışı olmaz. 160 Ne türlü olursa olsun söz, cennet meyvesinden de tatlıdır. 179 Bir mumun nice pervanesi olduğu gibi gül-yanağın da binlerce bülbülü vardır. 216 Sözün kıymeti dinleyen bulduğunda, malın kıymeti ise müşteri (alıcı) olduğundadır. 217 (Bir kimse) ne denli zeki olursa olsun, sözünü dinletemezse tembelleşir. 20 219 Güneşi tarife gerek yok; çünkü onu dünya bilir. 255 Her madende cevher, her canda da cömertlik bulunmaz. 267 Yiğitlik cömertlik Allah vergisidir; ve de cömertlere yiğit olmak yaraşır. 268 Cömert olmanın bir kıymet ifade ettiği hep söylenegelir; nitekim bunun aksi ise pek az görülmüştür. 269 Gerçi dünyayı sevenin gözü mala doymaz; ama mala kıyamayan kişi de cana kıyamaz. 270 Cimri adam dünyayı yürekten sever; o denli ki canından geçer ama dünyadan geçmez. 271 (Cimrinin) kapısında fukaraya ihsan olabilemez; çünkü köpeklerle dilenciler oraya doluşmuşlardır. 272 (Cimri), bir parça [kuru] ekmeği verirken bile ciğerinden kan damlar. 273 (Cimri), bir dilenci gördü mü, canını almağa gelmiş gibi, ona ihsanda bulunsa üzüntüsünden ölür. 276 Görünüşte ay’ın çevresi yıldızlarla doludur; ama gerçekte herkes kendi derdi peşine düşmüş, kimsenin kimseyle ilgilendiği yoktur. 295 Altın madeninden demir, cennet bahçesinden de diken çıkmaz. 299 Mutluluk, taşkınlıktan; iyi gün ise doğuşundan belli olur. 339 Kurt eline düşen koyunun ne olacağı sorulmaz; çünkü sonu bellidir. 340 İyi gününde insanı eğlendiren [gerçek] dost, kötü gününde de yanında duran; ve de düşman karşısında birlikte hareket edendir. 341 Kadir-kıymet bilen insanların gözünde dost; kötü günde de birlikte olandır. 21 343 Erdemli kişiler manastır [duvarına] şöyle yazmışlar:: Duvar nakışları vefasız dosttan yeğdir. 347 Bu oyun’un sırf bana yapıldığını sanma, yanılırsın; çünkü yarın sana da sıra gelecek. 348 Türk sayıca azdır, diye bahane bulma; ve de bir kıvılcımın dünyayı yakmaya yeterli olduğunu unutma. (…bulma, yanılırsın; çünkü bir kıvılcım [bile] dünyayı yakmaya yeterlidir.) 397 Şeyhi Hz. Edhem dahi olsa imansız mürid muradına eremez. 400 Bu düş sevdasında olan nergisi gör de ibret al: Öylesi[derin bir] uykuya dalar ki yılda bir uyanır. 487 Gönül savaş Hızır’ının bengisuyudur; ama Hızır, bengisuyu olmayan hayatı ne’ylesin! 489 Can dalgıcına inci nasibolacaksa; deniz tuzlu imiş, ya değilmiş; ne çıkar! 591 Ne dostu bilir, ne de düşmanı; böylesi kanlı Tuna’yı kim dile getirir? 598 Cânân (Sevgili) olmayınca canın ne değeri var? Evsiz-barksız insan neye yarar ki… 599 Vamık sevgilisinden (Azra’dan) ayrı ise canı ne yapsın? Âşık, içinde sevgili olmayan cenneti ne yapsın? 603 Sevgili uğruna canı kurban eylemek, bengisu içmekten (bile) yeğdir. 618 Leyla yüzünü Mecnun’a göstermeyince; onun gözünde dünya güzelleriyle putların (resimlerin)ne kıymeti var? 700 Cânân (Sevgili) ile canı, ve de can ile dünyayı bir tutma sakın. 701 Sevgiliyi koyup ellere bakma. Gülbahçesi dururken dikene bakılmadığı gibi… 702 Gazi olan canını düşünmediği gibi derviş olan da dünyayı sevmez. 22 703 Hatem geçinip de yardımdan kaçınma; er geçinip de gayret [meydanı/ndan] ten kaçma. 704 Ey Sûzî ! Ne yalancı âşık ol; ne de dindar görünüp dinsizliğe kaç. 720 İki işten birini seç: ya sevgiliden geç, ya da tebdil-i mekân eyle. 722 Nasıl ki bu aşka katlanmaya yürekli er gerektir; candan geçmeği de göze alacak yiğit ister. 724 Kadından yiğitlik beklenir mi; Alçak adamdan destan kahramanı Rüstem olur mu? 725 Gerçi, candan geçmek zor işe benzer; ama [en azından] tebdili mekân da mı eyleyemezsin? 726 Bu lalenin her baharda bitmediği gibi can da bostanda yetişen bir nesne değildir. 756 Arkasında bir şahinin olduğunu bilseydi ;servi boylu o beyaz güzel keklik gibi seke seke dolaşır mıydı hiç? 796 Bu dünyada koç nasıl kurbanlık ise, can da tek Cânân (Sevgili) içindir. 798 Dünyada oğulun, karının, malın-mülkün ne hükmü var; önemli olan gayret [meydanı] dır. 799 Yatakta can çekişmek ne büyük cefa; kılıç yarası ise en büyük safadır. 801 Yiğitlik ile baş vermez erlik ile candan geçmezseniz, 802 Sonunda size ecel aman vermeyecektir; yazgı değişmez. 804 Başta bin kılıç yarası taşımak yatakta can çekişmeklten yeğdir. 805 Madem ki her canlının sonu yokluktur; [o halde] bugün [artık] şehidol-manın [tam] sırasıdır. 23 806 Cennet bahçeleri şehitler için düzenlendi ve de güzellerle donandı. 807 Şehidin kan bedeli cennet değil mi; hem de cennetten öte, Allah değil mi? 808 Şehit türbesinin kandili ay’dır; üzerine gökten hep nur yağar. 810 Tevekkül kuşağını kuşanalım da kara dağı yerinden sökelim (Karanlık- ları aydınlığa kavuşturalım) 811 Her kimi Allah elinden tutarsa, düşman onun eli-bağlı esiri olur. 812 Bize yol gösteren yengilerdir; kara yüzlü düşman yüzümüzü ağartır. 855 Ne mutlu o harmana ki başağında tanesi var; ve de kara yer, ürününe ambar olmuştur. 882 Bu millete her kumandan baş olamaz; ve de [nitekim] başına her külah geçiren Süleyman değildir. 950 Bir şehir ki sultanı âdil değildir; [bu şehir] Bağdat bile olsa sen ondan ayrıl. 977 Dilinin kemiği olmadığından insan; diline her geleni söyler. 987 Er için savaş meydanından başka gül bahçesi olmadığı gibi süsen yaprağının en güzeli de kılıçtır. 1036 Erin yiğitliği yaptığı pekçok iyiliklerden anlaşılır; iyi ad bırakarak ölenler diri kalır. 1045 Derviş, hatta cihan padişahı bile olsan yardımını bütün yurduna yayamazsan sen eksikli sayılırsın. 1099 Kuyular çok olduğundan önüne bakarak git; aksi halde sonradan özür dilemenin anlamı yoktur. 1010 Cihana karşı göğsünü siper gibi germe; yoksa felek okuna hedef olduğunun günüdür. 24 1011 Sakın dünyaya inanma, çünkü kıyıcıdır; ve de ısınma, çünkü yüreği soğuktur. 1104 Elif servi gibi nazlı nazlı salınma; çünkü önünde-sonunda rüzgârdan zarar görürsün. 1105 Ey gönül! Gonce gül gibi nazlanma; çünkü sonunda meskenin kara topraktır. 1106 Ten [öbür dünyaya] iki arşın bez ile gideceğine göre, atlas giydin diye bu böbürlenmek niye? 1166 İçinde sevgi olmayan söz, tuzsuz yemeğe benzer; tadı yoktur. 1167 Mevlevilerin raksa neysiz başlamadıkları gibi meysiz sohbetin de zevki yoktur. 1178 Aşkı olmayan kimse kanatsız kuşa benzer, serseridir. 1180 Bu sönmüş gönlüne bir sevgili bul; çünkü ateşsiz ev kutsuz evdir. 1314 Madem ki her ilkbaharın bir de sonbaharı vardır; laleden örnek al, ve de yaşamın tadını çıkarmaya bak. 1389 Hatta anan-baban dahi olsa, Allah’tan uzak olanlardan sen de uzak dur. 1509 Ey gül! Sen de gonce gibi hırkanı başına çek,örtün;kendi düşüncelerinle yalnız kalmak sana yeter. 1515 Dünyada ciğerin kan olmadığı bir dem bile yoktur; ama, her yaranın da bir merhemi vardır. 1582 Aşkın yüce dergâhlara rağbeti yok; onun gözünde derviş ile sultan birdir. 1651 Ciğer yarası sözlerimden anlaşılmazsa bile gözlerimden kan saçıldığını da mı görmüyorsun? 1665 Sevgi iki kişi arasında ve karşılıklı olur; Ezel Meclisi’nde bunun kuralı böyle konulmuş. 25 Ek-4a DEYİMLER 105 Aramızda bizüm sızmazidi su Ki sen ben, ben senidüm, bu o, ol bu. 129 Revādür aķa gözlerinden deñizler Hazān yapraġına döne beñizler 215 Şadef gibi ķulaķ dut nazmuma sen Ki deryā-yı keremden dür dökem ben. 226 Bu ma’nīdür vėren sūret sözüme Bu maţla’dan ţoġar gün yılduzuma. 233 Ţuna ķurbınde ķurmışdı otaġı ‘Adūnuñ cānına urmışdı ţaġı 235 Yüzi suyın yine dökmişdi Rūsuñ Putını sımış idi Ungurūsuñ 236 Şerār-ı āteş-i ķahrından Eflāķ Ķoyardı başına yel gibi ţopraķ 238 Demā-dem hançeri havfından Efrenc Söğüt bergi gibi ditrerdi bīrenc. 275 Gider sözi dahi añma hasīsi Yine vasfeyle ol nefs-i nefīsi 308 Çalındı növbeti çerh-i felekde Oķundı huţbesi mülk ü melekde. 317 Velī çūn bunları saķladı Hādī Birinüñ dahi burnı ķanamadı 321 Bu resme bir nice gün ķıldılar ceng Cihān oldı gözine düşmenüñ teng. 26 323 Hısāruñ çūn begi gördi bu hāli Büküldi ķaddi ķalmadı mecāli 332 Bu hacletden putı sındı tekuruñ Yüzi suyı döküldi nār ü nūruñ 335 Göz uçdurmaz hadeng-i hūn-feşānı Emān vėrmez sinān-ı cān-sitānı 338 Bıçaġ ėrdi süñüge Türk elinden Ķoyunuñ sorma hālin gürk elinden 345 Belā deryāsı öñüm aldı ardum Baña Hıżr ol yetiş kim ġarķa vardum 395 Ayaġı ţopraġın tāc-ı ser eyle Cemālin cān gözine manzar eyle 398 Mihāluñ dīde-i bahtı uyandı Çerāġı çerh mişkˇātında yandı. 412 Ayaġı topraġın öpdi ķodı baş Dėdi olsun sana Haķ ‘avnı yoldaş 421 Ķażası tīrine ķarşu varurdı Yolında baş ururdı cān vėrürdi 435 Bularuñ çūn ġazāsına ‘aded yoķ Bu bahruñ sahiline hīç had yoķ 440 Ġazāsı destān oldı cihāne Anı vird-i zabān ėtdi zamāne. 486 Gözümüzde uçardı dün hayāli Bugün ‘arzėtdi ġayıbdan cemāli 493 Eğerlenmişti atı çūn ġazāya Binüp ‘azmeyledi rāh-ı safāya 499 Süvār oldı vü istiķbāle çıķdı Ne istiķbāl kim iķbāle çıķdı. 27 508 El urdı şevķ ile muţrib rubāba Semā ‘ėtdirdi çerh ü āftāba 526 Nice at kim yel ėrmezdi tozına Toz urmışdı meh ü mihrüñ yüzine 533 Hazāna ėrmesün bāġ-ı cemālün Ki yaz ėtdi kışın ben bī-mecālüñ 547 Ġazāyiçün ‘alem çekdi Peyember Ġazāyiçün kuşandı tīġi Hayder. 549 Ġazāyiçün sahābe oynadı baş Bu yolda oldı yoldaş üzre yoldaş 569 ‘Alem çekdi revān ol Şāh-ı ġāzī Yanınca Ķāf-ķudret Şāh-bāzı 570 Ķadem basdı yola ser-bāzlarla Bu yolda cān vėren şeh-bāzlarla. 588 Kanat bükdi vü pervāz urdı keştī Göz açınca kenāra ėrdi keştī 601 Bu tenden ţutdı pas āyīne-i cān Gider pası görünsün naķş-ı Cānān 637 Görinür var imiş kāfir gözine Ve ger ni fikrine añun sözine 708 Güneş kūyında zerre añılurdı Ķamer eksik gedik ķul sayılurdı. 742 Ki bundan soñra her cūlāh ü deffāf Ţarīķ-ı ‘ışķ içinde urmasun lāf 765 Ġanīmet bāġına girdi erenler Dikensüz güllerin dėrdi erenler 769 Eğer Mecnūn göreydi kemterini Dürerdi ‘ışķ-ı Leylī defterini 771 Birinüñ handesi biñ cān değerdi 28 Visāli çeşme-i hayvān değerdi 790 Dėdiler düşmenüñ hālin serā-ser Göğe atdı külāhını ol hüner-ver 794 Yine söz dürcin açdı ol Sipeh-dār Yine biñ luţfile oldı güher-bār 810 Tevekkülden ķuşanalum ķuşaġı Ķoparalum yerinden ķara ţaġı 834 Ķanat bükdi her oķ bir ehl-i kīne Nitekim peşşe Nümrūd-ı la‘īne. 840 At aylandırdı meydānda güzāfīn Cebe gösterdi ya‘nī gebr-i bī-dīn 841 Olup maġrūr özine ol bed-ahter ‘Alī Beğ leşkerinden istedi er. 842 Erenler şāhı leşkerden öñürdi Atın meydāna ķalġıtdı yüğürdi 847 Deñiz mevci gibi saf saf yüridi ‘Adūnuñ tuz gibi cānı eridi. 861 ‘Adū cān atdı geldi almaġa baş Ţoķandı her ķademde başına ţaş 930 Ķadem bas kim gözüm üzre yerüñ var Dü çeşmüm reh-güzāruñda güher-bār 975 Nice bir ţutsun oġlumuz kızımuz Bu hacletden yėre düşdi yüzümüz 978 Eser ķıldı sözi Düldür-süvāra Bu ġayretden el urdı Zü’l-fiķāra 982 Ne sanur leşkerin Rūmuñ bu nādān Ķılıçdan dem urursa üşde meydān 1029 Yine ġayret ķuşaġın baġlañuz berk Yine tāc-ı hayātı eyleñüz terk. 29 1034 Niçenüñ boynına ţaķduk kemendi Nice kez kāfire geçdük bu bendi 1229 Velī çün göñlüñ ister seyr-i sahrā Yüz üzre ėy nigār-ı ‘ālem-ārā. 1272 Sitāremüzde ķarīn olduñ ay ile güneşe İki gözile yine baķdı rūz-gār bize. 1306 Dolanup gün gibi gezmiş cihānı Nedür bilmiş zemīn ü āsmānı 1424 Nice iķlīmümi vėrdi harāba Yüzüm suyın döküp saldı türāba 1446 Atıldı mevt oķı ķavs-i ķażādan Uçurdı mürġ-ı cānın bu yuvādan 1448 Gėceyi gündüze ķatdum yüğürdüm Kime irdimse ol hurşīdi sordum. 1479 Çū Meryem gördi kim iş hadden aşdı Gözi yaşı deñiz mānendi ţaşdı. 1492 Gözi yaş baġrı baş bir mübtelāsın Meğer sen dahi yārundañ cüdāsın. 1529 Virürken reng ü bū sen gül-sitāne Niçün beñzüñ döne berg-i hazāna 1584 Gitdi Mecnūn değdi nevbet Sūzīye Bir nefes hālī ķomaz devrān-ı ‘ışķ 1684 Ķalan şeh-bāzlar ķol ķol salındı Hem ol gün çoķ hümā-pervāz alındı. 1700 Ķulaķtan ‘āşıķ olmışdur ol aya Yüzin gördi bu kez düşdi hevāya. 30 Ek-4b DEYİMLER (Açıklamalı) 105 Aradan su sızma- : İçten, samimi ol129 Gözden deniz ak- : Ağla-, çok üzül-Benizin hazan yaprağına dönmesi: İnsanın sararıp solması, hastalanması. Bkz.533 ve 1529 215 Kulak tut-: Kulak ver-, dinle226 Yıldıza gün doğması: Yıldızın parlaması, (birinin) bahtının açılması. 233 Adunun canına taġ ur-: Düşmanın bağrına çök-, ona ağırlığını hissettir235 Yüzi suyun yire dök- : (Birini) küçük düşür-, yenik düşürBkz.332 236 Başına toprak koy- : Karşı taraftan barış iste- (Savaşlarda barış isteyen taraf başına toprak koyardı.) 238 Söğüt bergi (yaprağı) gibi titre- : Çok kork275 Sözi gider - : Es geç308 (Birinin) növbeti çalın- : Sırası gel-, Bkz. 1584. (Birinin) hutbesi okun- : 317 (Birinin) Burnu kanama- : Bir badireyi hiç zarar görmeden kazasız, belasız atlat321 (Birinin) Gözüne cihanın (dünyanın) teng (dar) olması : Dünyanın başına yıkılması, çok sıkıntıya düşmesi. 322 Birinin kaddi (beli) bükülmesi : Güçsüz kalacak denli çok yorulması. 323 Yüzü suyu dökül - : Küçük düş-, yenik düş- Bkz.235 335 Göz uçurtmaz : Göz açtırmaz. Eman (Aman) verme- : Göz açtırma31 339 Bıçağın süñüge değmesi : Bıçağın kemiğe dayanması. 345 Hızır olup yetiş- : (Birinin) imdadına gel395 Ayağı toprağın tāc-ı ser (baş tacı) eyle-: (Birine) aşırı hürmet göster-, çok önem ver-, Bkz 412 398 Birinin dide-i bahtı (talih yıldızı)nın uyanması : Bahtının, talihinin açılması 412 (Birinin) ayağı toprağını öp- : (Birine) aşırı hürmet göster-, Bkz.395 421 (Birinin) Yolunda baş ur-(vur-) : (Birinin) yoluna baş koy-, onun uğruna canı fedaya hazır ol435 Bahrın (Denizin) sahiline hiç had (sınır) olma- : Ucsuzbucaksız, hadsiz- hudsuz, çok geniş ol440 Vird-i zebān eyle-: Diline dola486 Gözde uç- : Gözde tüt493 At eğerle- : Bir yere, bir işe gitmeğe hazırlan499 İstikbale çık- : Karşıya çık-, (birisini) saygı nişanesi olarak geleceği yolda karşıla-İkbale çık- : 508 El ur- (vur-) : (Çalgı aleti için) çalÇerh ü âftâbe sema ettir- : Hazır bulunanları hepten coştur526 Tozuna yel (rüzgâr) ėrme- (yetişme-) : Çok hızlı koş- Toz ur(vur-) : (Bir yeri/nesneyi) toz dumana boğ533 Hazana er- : Sol- Bk. 1529 ve 129 (Birinin) kışını yaz et- : (Birini) çok sevindir547 ‘Alem (Bayrak)çek- : Bayrak aç-:bir işe (burada:savaşa) girişme duyurusu / gösterisi yap- Bkz.569 549 Sahabe(nin) baş(a) oynaması : Bir şeyin başını çekmesi, önayak olması. 32 569 ‘Alem (Bayrak) çek- : Bayrak aç-: bir işe (burada : savaşa) girişme duyurusu / gösterisi yap- Bkz.547 570 Yola kadem bas- : Yola çık588 Kanat bük-, pervaz ur- (vur-) : Kanat çırp-: uç- Bkz.8 601 Can aynasının pas tutması : (Bir insanın) içinin geçmesi, maddiyatı maneviyata yeğ tutması. 637 Görünür var imiş kâfir gözüne : (Kâfirin) yaptıklarına bakarak bir felaket geleceğini söylemek anlamında kullanılır. Günümüzde, “Senin gözüne görünecek var” denmektedir. 708 Eksik-gedik : Az-buçuk, ufak-tefek (gereksinmeler) 742 Laf urma- (vurma-) : Çene çalma-, söz etme765 Dikensiz gül der- : Tereyağından kıl çeker gibi bir işi zahmetsizce becer769 Defter dür- : Defter kapat-, bir işi gündemden çıkar-, rafa kaldır-, (birinin) hesabını gör771 Birinüñ handesi bin can değerdi : Gülümsemenin çok güzel, cana can katıcı olduğunu söylemek için kullanılır. 790 Külahı göğe at- : aşırı sevin794 Söz dürcin aç- : söz dağarcığını aç-, söze başla810 Tevekkülden kuşak kuşan- : Tevekküle sarıl834 Kanat bük- : Kanat çırp-: uç- Bkz. 588 840 At aylandır- : (Meydanda) çepeçevre at dolaştırCepe göster-: gösteriş yap841 er iste- : döğüşmek için meydan oku842 Atın meydana kalgıtdı yüğürdü : Atı meydana sürüp koşturttu. 847 Deniz mevci gibi saf saf yüridi : Deniz dalgası gibi birbiri 33 ardınca yürüdü. Canın tuz gibi erimesi : Canın çok tez eriyip gitmesi 861 Can at- : Bir işi yapmağa büyük istekle koşBaşına taş tokın- (dokun-): Başına taş düş930 Gözün üzre yerin var : Başın üzre yerin var: Birine verilen büyük önemi göstermek için söylenir. Dü çeşmüm reh- güzāruñda güher-bār : İki gözüm yollarına gevher saçar : Gelecek kişinin dört gözle beklendiğine telmihtir. Bkz. 1272 975 Yüzün yere düşmesi : Utanç duyulması. 978 Eser kıl- : İz bırak-, etki yapEl ur- (vur-) : El at982 Dem vur- : Söz et- (Günümüzde de çok yaygındır.) 1029 Gayret kuşağını berk (sıkı) bağlan- : Bir işe dört elle sarıl1034 (Birinin) Boynuna kemend tak- : (Onu) Esir (tutsak) et1229 Yüz üzre : Baş üstüne 1272 Rüzgârın bize iki gözle bakması : Çevrenin bizim varlığımızdan zevk duyması : Dört gözle karşılandığımıza telmihtir. Bkz. 930 1306 Gün gibi dolan- : Bir baştan bir başa, baştanbaşa dolan1424 Haraba ver- : Yakıp yıkıp yok et-. (İsmin –e haliyle verfiili,yağmaya ver- gibi bir deyim de oluşturur.) Yüzüm suyın döküp saldı türabâ : Yüzümün suyunu döküp toprağa salması, beni mahçup etmesi, anlamındadır. 1446 Mevt oku’nun kavs-i kazâdan atılması: Ölümün gelip çatması. Can kuşunu yuvadan uçur- : Öl-, öldürül1448 Gėceyi gündüze katdum yüğürdüm : Geceyi gündüze katarak yürüdüm. (Deyim, günümüzde de ayni şekilde kullanılmakta34 dır.) 1479 Gözün deniz manendi (gibi) taşması : Çok yaş dökmesi, ağlaması. 1492 Gözü yaş bağrı baş : Çok üzüntülü, çaresizlik içinde bir insanı anlatmak için kullanılır.(Buradaki ‘baş’: yara, çıban anlamındadır.) 1529 Yüzün berg-i hazana (hazan yaprağına) dönmesi: (Birinin) Sararıp solması, hastalanması. Bkz.533 ve 129 1584 Nevbet değ- : sırası gel-, Bkz. 308 Bir nefes hâlî komaz : Bir an (bile) boş bırakmaz. 1684 Kol kol salın- : Bölük bölük ortalarında dolaş-, dolan1700 Kulaktan âşık ol- : Görmeden âşık olKAYNAKÇA 1. Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmâni, İstanbul, 1311 c. III, 114.s. 2. Şemseddin Sami, Kaamûsü’l- A‘lâm, İstanbul 1311,c. IV., 2644.s. 3. Bursalı Tahir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul, 1333,c.II., 231.s. 4. Franz Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, Ankara, 1938, 38.s. 5. Nail Tuman, Naili Yezkiresi, Milli Kütüphane, Ankara, Elyazmaları, 8611. 6. Agâh Sırrı Levend, Gazavât-Nâmeler ve Mihaloğlu Ali Bey’in Gazavât-Nâmesi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara,1956. 7. Mustafa İsen, Prof. Dr., Sehi Bey Tezkiresi “Heşt Behişt”, İstanbul, 1980 35 8. Büyük Türk Klasikleri, C.III, Ötüken-Söğüt, İstanbul, 1986, 235.s. 9. Aysun Sungurhan, Beyânî Tezkiresi, İnceleme-Tenkidli Metin, G.Ü.S.B.E. Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1994, 75-76.ss. 10. Mustafa İsen, Prof Dr, Künhü’l- Ahbar’ın Tezkire Kısmı, AKDTYK., Atatürk Kültür Merkezi Yayını – Sayı:93, Tezkireler Dizisi Sayı : 2, Ankara, 1994 11. Mustafa İsen, Prof Dr., Ötelerden Bir Ses, Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler, Akçağ Yayınları, Ankara, 1997, 150-163.ss. 12. Raif Vırmiça, Suzi ve Vakıf Eserleri, Tan Yayınları, Priştine, Şubat, 1998 Ek-1 1895 Sūzî: Sūzī Çelebi, Sūzī-i Rūmī ve Sūzī-i Nakşibendī dėnmekle meşhūrdır. Prizrīnli Mihāl-zāde kātibi ve şā’ir Nehārīnin birāderidir. Osmānlı Devleti hükümdārlarından Birinci Sultān Selīm devrinde vefāt ėtmişdir. Prizrīnde binā-kerdesi olan cāmi‘ hazīresinde medfūndır. Demi hoş gör ki dehrin lu‘beti var Bu deyrin dürlü dürlü sūreti var. Felek ţanbūr-veş burdı ķulağım Yine beñzer benimle sohbeti var. Revān oldı yetiş ol serve ey dil. Ki ‘ömr-i nāzenīnin sür‘ati var. Serv-i ķaddin degmesidir şāh-ı gül gül-zārda Eşkimin perverdesidir lāleler kuhsārda 36 Yā göñil sīnemde sırrın sakladı ağyārdan Yā örümcek perde çekdi Ahmed üzre ġārdan Mihāl-zāde ‘Ali Beğin Bosna hudūdlarındaki muhārebātını musavver ve manzūm olaraķ yazdığı kitābdan: Seher vaķtinde çün Zāl-i zamāne Geyindi vü ķuşandı Rüstemāne Ķuşandı tīğini çün tīğ-i rahşān Taķındı hançerin mirrīh-i devrān Getürdi āsmān altunlı sancak Şafaķ çekdi ufuķdan al bayrak Güneş tīğ ü ‘Utārid hāme tutdı ‘Ali Beğ rezm içün hengāme ţutdı. Bahār ėrişdi devr-i bāde geldi Gül ü lāle mübārek bāde geldi Vefā berginden ihsān mīvesinden Benim servim ‘aceb ‘āzāde geldi. Hurūş u rā’d sanmañ bu sadāyı Ki āhımdan felek feryāde geldi. Osmanlı Mü’ellifleri: c.2, s.231; Kaamūsü’l – A’lām:c.4,s.2684; Beyānī: 44; Sehī : 112; Sicill-i Osmānī : c.3,s.114; Latīfī : 194; Kaaf-zāde : 64; Riyāzī: 77 ‘Āşık Çelebi: 226; Hasan Çelebi: 165. (Tuhfe-i Nā’ilī, Milli Kütüphane, Ankara, Elyazmaları, B 611, 658-59 ss.) 37 Suzi Camii 38 OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA AKINCILAR VE MIHALOĞLU GAZİ ALİ BEY Mr. Bedrettin Koro Osmanlı devletinin kuruluş yıllarında ve XIV-XVI yüzyıllar döneminde Rumeli’nin fethedilmesi ve bura toprakların yeni bir Türk yurdu olmasında akıncıların önemli hizmetleri geçmiştir. Dolayısıyla Osmanlı Türkleri tarafından Rumeli’nin fethedilmesi ve Türkler için Rumeli yeni bir yurt olması için, XV yüzyılda ve ZVI yüzyılın başlangııcında yaşayan büyük Türk şairlerinden ve bugün bu şair için anma töreni düzenlediğimiz akıncı olan Prizrenli Suzi ve onun yazmış olduğu Gazavatname eserinde, unutulmayan kahramanlıkların ve yiğitliklerini kaleme alan, akıncılar kumandanı Mihaloğlu Gazi Ali Bey önemli görevlere yüklenmişlerdir. Bilindiği gibi Prizrenli Suzi şehrimizde yaratan ve çok sayıda yetişen Türk şairlerinden en ilk ve en ünlülerinden biridir. Bu şair XVI yüzyılın başlangıcında Bistriça nehri kıyısında bir cami ve bir mektep yaptırarak, bu mektebe birçok kitapta vakfetmiştir. Bununla şairimiz, şimdiye kadar elimizde varolan yazılı belgelere göre, bölgemizde ilk Türkçe eğitim kurumunu ve kütüphanesini kurmuş olduğunu sayılır.1 Bu Bakımda da Prizrenli Suzi bölgemizin ve şehrimizin Türk tarihi için önemi büyük olduğunu gösterir. Değerli konuklar konuşmamın devamında şairimiz Prizrenli Suzi’nin yaşamı ve yapıtına bağlı olan, Türklerin Rumeli’nin 1 Prizrenli Suzi için bakınız: Agah Sırrı Levend, Gazavat-Nameler ve Mihaloğlu Ali Bey’in Gazavat-Namesi, Türk Tarih Kurumu Basımevii Ankara 1956; Aleksije Olesniçki, Suzi Çelebi iz Prizrena Turski Pesnik-İstorik XV-XVI veka, Glasnik Skopskog Nauçnog Drustva, Skopje 1934. 39 fethedilmesine yol açan akıncılar ve akıncıların kumandanı Mihaloğlu Gazi Ali Bey hakkında Sizlere bilgiler sunmak istiyorum. Akıncılar Osmanlı devletinin hafif süvari askerleriydi. Bunlar pek hızlı hareket ettikleri için böyle adlandırılmıştı. Akıncılar, ya sınırlarda veya sınıra yakın yerlerde bulunurlar, bir program ve plan dâhilinde yaz ve kış akın yaparlardı. Hepsi Türklerden seçilmiş olup babadan oğula geçen bir ocak halinde olan akıncılar düşman memleketine yapılan akınlarda alınan tutsaklardan o memleket hakkında bilgi alınır, daha sonra da yerleşme başlatılırdı. Akıncıların başlıca görevleri, ordunun keşif hizmetini görmek, düşman topraklarındaki araziyi keşfederek orduya yol aömak, böylece düşmanın pusu kurmasına engel olmak, ordunun geçeceği yerlerdeki ürünleri koruma altına almak, aldığı tutsaklardan durumu tespit etmek, ırmak geçitlerini belirleyip köprü kurmaktı. Bu nedenle akıncılar, esas ordudan 4-5 günlük bir uzaklıkta ileride bulunurlardı. Düşman toprağında inanılmayan bir süratle ilerleyip ortalığa dehşet ve şaşkınlık verirlerdi.2 Akıncıların silahları pala, mızrak, kılıç, kalkan ve kısa yuvarlak ağaç topuzdu. Akın zamanında bir ata binerler, yedeklerine de bir kaç at alırlardı. Akınlarda bu atlara değişe değişe binerlerdi. Dönüşlerde ise, aldıkları tutsakları ve malları yüklerlerdi. Akıncılar toplu olarak bir yerde bulunmayıp, Rumeli’nin muhtelif yerlerinde, ocak ocak hizmete hazır dururlardı. Her yerin kumandanı ayrı olup, akıncılar mensup oldukları kumandanlarının isimleri ile anılırlardı. Örneğin: Evrenuz akıncıları, Turhanlı akıncıları, Mihali akıncıları ve Malkoç akıncıları gibi. Osmanlıların ilk istila dönemlerinde Evrenuz Bey akıncıları vardı. Evrenuz akıncıları Arnavutluk ve Dalmaçya, Turhanlı akıncıları Mora taraflarında, Malkoçoğulları ise Bosna taraflarında akınlar yapmaya görevli idiler. Mihaloğlu akıncıları ise genellikle Niğbolu ve Plevne tarafında bulunur ve Mihali bir akıncı kumandanı idaresi altında istenilen yere, genellikle Osta Avrupa ülkelerine akınlar yaparlardı. Mihaloğulları Osmanlı İmparatorluğunda ünlü bir akıncı ailedir. Aile, Osmanlı devletinin kuruluşundan 1595’e kadar, yaklaşık üç yüzyıl imparatorluğu doğu sınırında ve Rumeli’de önemli sefer, fetih ve akınlara katılmıştır. 

Mihaloğlu akıncı ailesinin kurucusu Rum Tekfuru Köse Mihaldır.

Bu askeri kumandan XIII yüzyılın sonunda Osman ve Orhan Bey’in hizmetine girer ve 1313 yılında Müslüman olur. Hermankaya tekfürü olan Köse Mihal gibi kişilerin ve bunlara bağlı gurupların XIII. Yüzyılın Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Cilt I, Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul 1983, sayfa 36;Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lugatı, Enderun Kitabevi, İstanbul 1986, sayfa 12. 40

2 sonlarında ve XV. yüzyılda Türkleşmesini Bizans İmparatorluğunda ki siyasi ve iktisadi koşullar ve uç bölgesi halkının yaşam benzerliği etki etmiştir.

3 Köse Mihal Bey’in Osman Bey’le başlayan Osmanlı devletindeki hizmet pek büyüktür. Köse Mihal’ın (ölm. 1326) Köse Mihal

Aziz Paşa (ölm. 1403),

Yahşi Bey (ölm. 1413) ve Mehmet Bey (ölm. 1423) adlarında üç oğlu vardı.

Osmanlı tarihindeki ünü, Köse Mihaloğulları akıncı ailesi Köse Mihal’in oğlu Aziz Paşa’nın Gazi Mihal Bey (ölm. 1435) 

oğullarından gelir. Mihaloğulları içinde en ünlüsü Hızır Bey’in (ölm. 1452) oğlu Gazi Ali Bey’dir.4 Gazi Ali Bey kardeşi İskender ve Bali Beyle birlikte akıncılar arasında unutulmaz kahramanlıkların, yiğitliklerin örneği olmuştur.

Bu üç kardeş XV yüzyılın ikinci yarısında akınlarda Türk gücünü cihana tanıtmışlar, bütün Orta Avrupa’yı dehşete vermişlerdir. Öyle ki Avusturya askeri kumandaları, Ali Bey’in sadece adını duymakta müthiş bir korkuya düşen halkı teskin etmek maksadı ile onu birkaç kere yakalayıp öldürdüklerini uydurmuşlardı. Mihaloğlu Gazi Ali Bey’in akıncısı ve özel katibi olan Prizrenli Suzi yazmış olduğu Gazavatname’de Ali Bey’in macerasını kaleme almıştır. Şairimiz eserinin birçok yerinde Tuna ırmağına değinir.


Prizrenli Suzi 912. ve 913. beytinde Ali Bey’in askeriyle Tuna boyuna gelip, ırmağa şu sözlerle hitap ettiğini gösterir: Bize yol vir geçelüm Ungurusa Şalalum gulgule Eflak u Rusa Gaza bayramına kurban olalım Ne kurban kim sera-ser can alalum.


5 Prizrenli Suzi yapıtının 231-138.beyitlerinde Gazi Ali Bey 330 defa Tuna’yı geçtiğini ve birçok düşman ülkelerine akınlar düzenlediğini özetle şöyle belirtir: Ol itdirdi Varat şehrini yağma O şaldı Ungurusa şür u gavga Köse Mihal için bakınız Prof. Dr. Yaşar Yücel, Prof. Dr. Ali Sevim Türkiye Tarihi, Cilt 2, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1990; Muvassal Osmanlı Tarihi, Cilt I, Güven Basımevi, İstanbul 1963; Joseph von Hammer, Historija Turskog (Osmanskog) Carstva, I, (prevod : Nerkez Smailagıç), Zagreb 1979; Joseph von Hammer, Osmanlı Tarihi, Cilt I, (Çev: Mehmet Ata), Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1991.

4 İslam Ansiklopedisi, Cilt VIII, Maarif Maatbası, İstanbul 1960, sayfa 285; Türk Ansiklopedisi, Cilt XIII, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1975,i sayfa 297. 5 Agah Sırrı Levend, a.g.e., sayfa 212; Suzi Çelebi, Bay Yayınları Prizden 1998, sayfa 80. 41 3 Ol itdi İsfilay oglin giriftar Ol itdi sancağın küfrün nigü-sar Tuna kurbında kurmişdı otagı Adünun canına urmişdı tagı Zihı server ki bunca iller açdı Tunayı üçyüzotoz kerre geçdi Yüzi şuyın yire dökmişdi Rusun Putını şimiş idi Ungurusun Şşerar-ı ateş-i kahrından Eflak Koyardı başına yel gibi toprak Elinden pay-mal idi Leh ü Çeh Gamından Rimün olmışdı yeri çeh Dema-dem hançeri havfından Efrenç Söğüd berki gibi ditrerdi birenç.

6 Prizrenli Suzi yapıtında belirtmiş olduğu bu akınları tarihçiler diğer tarih kaynakları yardımıyla ne zamanda yürütüldüğüne ve nasıl geliştiğine dair bilgilere ulaşmıştır. Çoğu tarihçilere göre Mihaloğlu Gazi Ali Bey 1500 yılında Plevne’de vefaat etmiştir. Bu akıncı kumandanı Gazi Hasan Bey, Gazi Mehmet Bey, Ahmed, Hızır Paşa ve Mustafa adlı bütün çocukları akıncı beyleri ve serhad gazileri olarak ün yapmışlardır. XVI yüzyılın sonunda Koca Sinan Paşa’nınEflak Voyvodası’na karşı giriştiği hareket ( 1595 ) sırasında Mihaloğulları büyük kayıplar verdiler, onlarla birlikte akıncı teşkilatı gücünü kaybetti ve yerlerini serhat kolu denilen teşkilata bırakıldı. 6 Agah Sırrı Levend, a.g.e., sayfa 206; Suzi Çelebi, sayfa 80. 42 SUZİ’NİN KARDEŞLERİ Altay Suroy Recepoğlu Suzi olarak bilinen Prizrenli şair Mahmudoğlu Mehmet’in doğum tarihi henüz bilinmemektedir. Suzi hakkında ilk bilgi veren 1520 yılında Prizren’de doğmuş ve Üsküp kadısı iken 1572 yılında vefat etmiş olan Aşık Çelebi de “Meşair-ü şu ara” adlı eserinde Suzi’nin doğum tarihini vermiyor. 1930 yılında Prizren’de araştırma yapan Türkolog Aleksiye Olesnitzki Suzi’nin1455-65 yılları arasında doğduğunu tahmin etmektedir. Oysa bu tahmin tutmamaktadır. Çünkü Suzi Mihaloğlu Ali Beyin 1477 yılındaki Bosna seferinde akıncılar komutanının yanındadır. O dönemde 19-21 yaşlarında olduğu için 1455-1458 yılları arasında dünyaya geldiği akla daha yakındır. Ölüm tarihi ise Prizren’de yaptırdığı Suzi Camiinin bahçesindeki mezarının baştaşında mermer üzerine kabartma ile işlenmiş kitabedeki Hicri 931, Miladi 29 Ekim 1524 günüdür. Şairin Türkçe’den başka Arapça ve Farsça bildiği, İstanbul’da eğitim gördüğü, Mihaloğlu Ali Bey’in yanında bulunarak birçok savaşlara katıldığı, Mihaloğlu Ali Bey’in ve oğlu Mehmet Bey’in gazalarını anlattığı 15000 beyitten oluşan bir mesnevi yazdığı bilinmektedir. Prizrenli Aşık Çelebi, Suzi’nin Nehari ve Remzi Çelebi adında iki büyük kardeşinin-ağabeyinin olduğunu ve onların Suzi’den önce öldüklerini, kadı olan Mahmud’un oğlu olduklarını bildirir. Nehari hakkında bilgi verirken şair Sa’yi’nin kardeşi olduğunu yazar. Sa’yi hakkında yazdığı maddede ise Nehari’nin küçük kardeşi olduğunu bildirir. Bu bilgiler başka tezkirelerde de vardır. Bunlara göre Suzi’nin, Nehari, Remzi ve Sa’yi adında üç kardeşi vardır. Nehari ve Remzi, Suzi’nin ağabileridir, Sa’yi ise küçük kardeşidir. 43 Suzi’nin kardeşleri hakkında kaynaklardan ayrıntılı bilgiler şöyledir: Nehari tespit edebildiğimiz yazılı Âşık Çelebi Nehari hakkında bilgi verirken şöyle yazmaktadır: “Mevlidi Rumelinde Prizren dür, Kasaba-i mezkure Rumelinde menbit-i sev ü semen-i ma’rifet olan hakden ve menba-ı cüy-i nazm u neşr olan gülistan olmagla meşhur şehr-i şöhret-ayindür. Rivayet olunur ki Prizren’de oglan togsa adından mukaddem mahlas korlar. Yenicede togan oglan etmege papa diyecek vakt Farisi söyler. Priştine’de oglan togsa dividi belinde togar dirler. Bina’en’alazalik Prizren şai’ir menba’ı ve Yenice Farisi ocağı ve Priştine katib yatağıdır. Nehari meşhur Sa’yi ki mezkûr olsa geredur. Onun biraderidür. Ve zemanında şu’ara-yı fuşehanun serdefteridur. Bir miktar tahsil-i ilimde ve kesbb-i fenn-i hattda olup dil-berlerin cem idüp kimine ta’lim-ı inşa ve kimine ta’lim-i kitabet eylemişdür. Ömrün şahidbalukla ve mey ü saza demsazlukla geçirüp ahır tihlet eyledi. Nehari Suzi’nin anındaki kabirde yatmaktadır. Mezarının baştaşında 1522 yılında vefat ettiği belirtilmiştir. 1513 yılında Suzi’nin tasdıklanan Vakfiyesinin şahitlerinden biri Mevlana Nehari’dir. Suzi’nin kardeşi Nehari’nin kabrindeki kitabeli baş taşı Bursalı Mehmet Tahir Efendi Nehari’yi “Nehari-zade Perzerini” olarak tanıtarak hakında şu bilgileri vermektedir: “Alim şairlerden olup ismi Abdü’l Mü’min, doğum yeri Perzerindir. Şehname bahrında “vezninde ve “Adab-ı Mes’udi”ye haşiyesi vardır. Hicret asrında yaşayan “Nehari” mahlaslı babası da şairlerdendir. Her zaman Prizden’i şehrr-i Pür-zerrin diyu yâd eyler ve kendiyi şu’ara-yı selef-i Acemden Cami ve Hafıza mu’adil i’tikad eylerdi diye Aşık Çelebi bildirmektedir. 44 Küğnhü’l –Ahbar ise Mümün-i benzer şekilde anlatır. Ru-yi zeminde Pürzerrin ve anda benüm gibi şa’ir-i güzin ve manzum sözlerde benüm eş’arum gibi dürer-i semin gelmiş degüldür dir idi. “Tezkiretü’ş-Şuara” müelifi Kınalı-zade Hasan Çelebi bu zatın fikir za’fiyle malul “sakat” olduğunu nakl ediyorsa da tahkika muhtacdır. Mesleği olan tedris yolunu terk ederek uzlete çekildi. Perişan-suret oldu “Perişan vaziyete düştü”. Bu bilgilere göre Suzi’nin babası Abdulaoğlu Mahmud da “Nehari” mahlasıyla bilinen bir şairdi. Oğlu Abdü’l Mü’min babasının mahlası olan “Nehari” olarak tanındı. Nehari’nin ise Mümin mahlasıyla tanınmış Abdülmümin adında oğlu şairdi. Sa’di Çelebi’den ders aldı. Sarayda bahtacılar hocası oldu. Emekliye ayrılarak babası gibi inzivaya çekildi. “Safur-name”, “Erkan-ı Hamse-i İslamiye” ve “Divanı” vardır. Demek Suzi’nin yeğeni de şairdi. Remzi Hakkında şimdilik ayrıcalı bilgi edinemedik. Sa’yi Suzi’den büyük, Nehari’den küçük yaşta idi. Öğrenimini tamamladıktan sonra beklediği ilgiyi göremeyince inzivaya çekildi Süretün nakşını yazınca gönül namesine Kanlar ağladı gözüm kirpigünüm hamesine Beytiyle başlayan gazeli dönemin Sultanı II. Beyazıt tarafından beğenilmiş ve padişah tarafından davet edilerek gılman (gençler) hocası tayin edilmiş. Şiir yazdı ve camilerde okunan bir tarifatı vardır. Şiirlerinde abisi Suzi’den de bahsetti. Yavuz dönemi sonunda veya Kanuni devri başında öldüğü tahmin edilmektedir. Bu bilgilere göre şimdilik şöyle bir sonuca varıyoruz. Suzi, bilginlerin, şairlerin yetiştiği bir aileden gelmektedir. Babası Mahmud “Nehari” mahlasıyla tanınmış bir bilgin ve şairdir. Suzi’nin büyük kardeşi Abdü’l Mümin baba geleneğini sürdüren şairdir ve “Nehari-zade (Neharioğlu) Perzerini” olarak tanındı. Remzi Nehari’den küçük, Suzi’den büyük kardeş idi ve bilimle uğraştı. Sa’yi , Suzi’den büyük kardeşiydi. Nehari’nin “Mümin” mahlaslı şair bir oğlu vardı. Bunlardan sonra gelen nesiller üzerinde çalışmalar sürdürülmelidir. Bizler bu büyüklerin varisleri olduğumuz için şeceremizi tamamlayabilecek bilgilere ulaşmak için çalışmalıyız. 45 PRİZRENLİ SUZİ’NİN DUYARLIĞI İskender Muzbeğ Prizrenli Suzi bindörtyüzlü-binbeşyüzlü yıllarda, çağının bileşik yaşam koşullarından esinlenerek şiirini yazmıştır. Suzi hayatını nasıl geçirdi? Onun esin kaynağı neydi? Hangi kişiliğe sahipti bu büyük şair? Tüm bu sorulara mutlak karşılıklar bulunmasa bile, Suzi’nin eserini okurken bazı kesinliklere doğru gitmek mümkündür. Kesin olan şudur ki, Suzi’nin kişiliği zamanın sert yelleri karşısında zedelenmemiştir; şair eğilmemiş, boynunu bükmemiş, diz çökmemiştir. Üstelik büyük bir duyarlıkla, vurdumduymazlıklardan, aldırmazlıklardan uzak, yaşadığı çağın emellerini ve dertlerini yazmıştır. Yiğitlikle, “iki âlemde bir canan ümidiyle yazmıştır müzikli dizeleri: Ne can endişesi ne nan ümidi İki âlemde bir canan ümidi (695) Şairde bir can endişesi yoktur-o yiğitliklerle, korkmazlıklarla, bunu üretenlere dost olmuştur. Karakteri böyledir şairin ve doğal ki, onun ümitleri çoktur. Ama o süzülüp süzülüp kendi şahsi ve vatani görevini yapmıştır, Mihaloğlu Ali Bey’in gazalarını tasvir eden manzum eserini 3 yazmıştır; böylece tarihin çeşmelerinden suları gürül gürül akıtmıştır. Suzi’nin Prizren’de Sozi Mahallesi’ndeki çeşmesinden ve Gazavatnamesindeki şiir çeşmesinden su içmek benim çocukluk 1 Agâh Sırrı Levend: Gazavat-nameler ve Mihaloğlu Ali Bey’in Gazavat-namesi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1956 y. 46 yıllarıma kadar akmıştır. İkinci çeşme ise-Suzi’nin şiir çeşmesi hala akmaktadır. Suzi, onun şiirlerini okuyanlara bazan tatlı bir tebessümle, bazan da acayip acayip bakmaktadır. Bakışları engin ve derindir, sanki her zaman yeni bir şeyin gizini çözmek ister. Bakışları engin ve derindir, Tuna’ya uzanır, hatta daha da ötelere-Varat’a, Ungurus’a, Eflâk’a. Isfılay’a, Rimün’e, Efrençe’e kadar uzanır. Semendere bir durak noktası ve bir başlangıç noktasıdır yaşamın ve sevginin, sabahın ve akşamın... Sonra Kalkandelen’e gelir, orada bir yetimin hakkının yenildiğini anlar, yetim hakkı yiyen kadıyı kınar: “Devrinde yetimlerin gözlerinden akan yaşlar bir gün seni boğacak, okyanus olacaktır” der durur, haykırır. Tedirgindir, sinirlidir çünkü duyarlıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun bu akıncılar, fethiler döneminde Suzi bu kadıyı kınar, olayı kınar, dolayısıyla olayın perde arkasındaki çıkarcıları, aracılık yapanları kınar... ... Ve Prizrenli Suzi Prizren’e, Prizren’ine gelir. Şair Suzi’nin çok adları vardır ama o hep Prizrenli Suzi’dir. Prizren’se Mustafa İsen’e göre bir “sanat fidanlığı”dır.4 Aşık Çelebi’ye göre “şair menbaı”dır5, yüzyıllar boyunca Türkçe’nin hiç eksilmediği bir yaşam ortamıdır – bugüne kadar şairsiz hiç kalmamıştır ama zor durumlara, çetrefilliklere düştüğü olmuştur. Bu yüzdendir ki, Prizrenli Suzi duyarlığıyla seslenir halkına çağının Türkçe siyle, öğütler verir: Sakın gerden-firaz olma karındaş Felek celladdür her gün keser baş (1097) Dilini sakla her küfr ü hatadan Yolunu pak eyle her har-ı beladan (27) Prizrenli Suzi’nin çeşmesi... Bu çeşme adeta bir şeyler anlatıyormuş gibi akarak gelmiştir yüzyılımıza. Beş yüz yıl doğruluklardan, yiğitliklerden söz ederek akmıştır bu çeşme. Bugün Prizren’in Sozi Mahallesi’nde, Sozi Köprüsünün elli –altmış adım ötesinde, Sozi Camii’nin bitişiğinde bu çeşme her ne kadar akmaz ise de, tarihte kendi rolünü oynamış, dünün bugüne taşınmasına tanıklık etmiş, suyunu güçlü Kırk Pınar’dan alarak akmıştır. Düne dek akan bu çeşmesin akışındaki sakinlik ve sessizlikte onur ve gururu yaşamamak mümkün değil. Yanlış anlaşılmasın. Sözünü ettiğim gurr, kaynağı Bkz. Prof. Dr. Mustafa İsen: Ötelerden Bir Ses /Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı üzerine Makaleler, AKÇAĞ Yayınları, Ankara, 1997 y. Sf. 150. 5 Aşık Çelebi: Meşairü’şşuara (Prof. Dr. Mustafa İsen’in adı geçen yapıdında sayfa 150’ye bakınız) 47 4 kibirde olan o gurur değildir; insana geçmişi hatırlatıp onun geleceğe doğru alçakgönüllülükle ilerlemesini sağlayan bir gururdur. Tarihin bir cilvesi bu: Suzi bindörtyüzlü-binbeşyüzlü yıllarda buralarını gezip tozmuş, şiirini yazmaya koyulmuştur. Onun bu şiiri Tuna’lara, Rimünlere kadar uzanmış, Şar Dağları’nın o tertemiz havasını teneffüs etmiş, bugünlere gelmiştir. O şiir hala bitmemiştir. Suzi’nin yolunda giden yeni isimlerle “sanat fidanlığı” sayılan Prizren’de sürdürülmektedir. Suzi’nin şiirleri, Prof. Dr. Mustafa İsen’in “ÖTELERDEN BİR SES” başlıklı kitabında vurgulandığı gibi, “Şüphesiz Prizren’in bir sanat fidanlığı oluşu sebepsiz değildi. Başta kasabadaki Sinani, Halveti, Kadiri, Rüfai, Sadi, Melami ve Bektaşi tekkeleri olmak üzere (...) diğer kültür kurumları ve medreseler bu kültür ortamının zeminini teşkil ediyor, istidat gösterenlerin kolay gelişip boy atmasına yardımcı oluyordu”. Hocamız Mustafa İsen bu savının kaynağını Âşık Çelebi’nin “Meşairü’şşuara” adlı eserinde buluyor. Aşık Çelebi bu eserinde der ki:”Rivayet olunur ki Prizren’de oğlan doğsa diviti belinde doğar, derler. Binaen ala zalik Prizren şair menbaı, Yenice Farisi ocağı, Priştine kâtip yatağıdır”6 Tarihi değişmeler süresinde bu yerlerde Suzi yetişmiş, şiirini yazmaya başlamış, gazavatnamesini yazmış, sevmiş, sevilmiş, okumuş, ibadet etmiş ve bu dünyadan göçmüştür. Onun yaşıtları “burada bir Suzi var” demişler. Sonraki kuşaklar “burada bir Suzi vardı” demişler. Şimdi bizler “burada bir Suzi varmış” diyoruz. Tarihin akışı bu. Eser bırakanlara ne mutlu. Prizrenli Suzi’nin çeşmesinden su içtim. Prizrenli Suzi’nin şiiri çeşmesinde gurbetleri, yiğitlikleri, ayrılıkları, kavuşmaları yaşadım hep... Sular çeşmesin emziğinden acele acele kurnaya akıyor, ona adım ötedeki Bistriça ırmağına kavuşuyordu. Suzi de mi ben gibi bu sulara bakakalıyordu, bu sulara bakarak mı şiirini yazıyordu: Vatandan gurbete düştüm garibem Bu yâd ilde bilişsüz ne garibem (20) Elbet ki Suzi de gurbet denen şeyi iliğinde, kemiğinde sezmiştir, sonra da yolunu bulmuştur. Kaybolan adam olmamıştır. Bugün ise kaybolan adamı aradılar derede, denizde, kıyıda, gezip tozdular kurumuş gölleri, ırmakları arayıp taradılar ama bulamadılar, bulamadılar. Çoktan kurumuştu aranan göller, can vermişti yosunu denizlerin, dereler yolunu değiştirmişti, kudurmuştu ırmaklar. Kaybolan adamı bulamadılar, 6 2 de a.g.e. 48 bulamadılar. Kaybolan adamı aradılar Kalemeydan’da, Taşmeydan’da, Dörtyol’da, Drina Köprüsünün ayaklarında ama bulamadılar, bulamadılar. Drina Köprüsü geriye tepti, kaybolan adamı bulamadılar, bulamadılar. Ve Suzi’nin şiirini devam etmektedir: Bahar eyyamdır ‘işret demidür Gülistan seyri cennet ‘alemidür (1219) Ağaçlar gökden inmiş hura benzer Çiçekler yüzlerinde nura benzer (1218) Bahar zamanı gelmiştir Suzi’ce. İşaret zamanıdır. Belirtilen amaç günbegün daha yakın ve daha belirgindir. Gelen atlılardır, “atları rüzgar kanatlılar”dır. Bu durum Suzi’yi onurlu kılar ama o evrenseldir, uysaldır, alçakgönüllüdür, adildir, kibirli değildir. Bahar şaire göre herkese gelmiştir: “Bahar eyyamdür işret demidür” der durur. XV. yüzyılın ikinci yarısından yetişmiş, XVI. Yüyılın ilk yarısında da yaşamış olan bu şair, XX. Yüzyıldaki şair gibi baharın geç gelişine küsmez. XX. Yüzyılın şairi “Geç gelir bahar bize sivri dağlardan” diye yakınır. Geç gelir bahar bize sivri dağlardan. Kanadı kırılmış bir kuşu bir esin okşar. Ihlamur, ceviz geç yeşerir. Etkinliğe geçer kurulan pusu. Çullanır üstüne etoburlar beşer, altışar. Geç gelir bahar bize düzlüklerden. Düzlükler ki, alabildiğince yeşil. Bizde otlar bitmemiş henüz, sabır kaynaklarıysa bitmiş tükenmiş... Suzi’nin şiirinden birkaç örnek daha: Akar dayim gözümden kanlı yaşlar Çıkar bağrımda her dem taze başlar (1513) Kara saçlı, ela gözlü güzeller Güler yüzlü şeker sözlü güzeller (1748) Prizrenli Suzi gelecek kuşakların ders alması gereken olaylara da değinmiştir şiirinde: Sakın dünya-yı gaddara inanma Sovukdur yüreği ana ısınma (11o1) Hünerden gayrısı istenmez erden Erisen gel getür nen var hünerden (1109) 49 Şair kâh iyimser, kâh karamsardır. Ouysaki Suzi tarihi bir yükün ne denli onur verici, aynı zamanda da yiğitlere inananlara mahsus bir şey olduğunu hiç unutma: Tunaya irdiler ol has erenler Gaza deryasına gavvas erenler (583) Erenler çıkdı fülk-i bad-padan Sanasın uçdı şahinler yuvadan (594) Ne can endişesi ne nan ümidi İki âlemde bir canan ümidi (695) Sonı her bir vücudun çün ademdür Şehid olmak bugün demdür kademdür (805) Kızıl kana boyandı ak kılışlar Kılıçlar şu’lesinden yandı içler (1083) Bu rezmistan içinde kopdı bir toz Ki ol vadide görmezdi gözi göz (1085) Diyar-ı gurbete olduk bir toz Gazar hüsnün kalanı bir bahane (1626) ...Ve böyle, Prizrenli Sûzi GAZAVAT-NAME’sini yazarak gelecek kuşaklara bir şaheseri emanet eder. Agah Sırrı Levend’e göre “Suzi Çelebi’nin Gazavat-name’si, Fatih ve II. Beyazıd devri akıncı beylerinden Mihaloğlu Ali Bey’in gazalarını tasvir eden manzum eserdir”7. Suzi’nin şiir çeşmesinden su içtim. Doyum olmuyor buna. Suzi’nin çeşmesinden su içmek de kolay mı? Onun anlattıkları incelikleri anlamak kolay mı? Suzi’nin bu eserini enine boyuna inceleyen Agâh Sırrı Levend, “Gazavatnameler ve Mihaloğlu Ali Bey’in Gazavat-namesi” başlıklı eserinde, özel olarak “Suzi Çelebi’nin eseri”ne 8sayfa 205-213), “eserin dili özelliği”ne (sayfa 213-217), “eserin tarihi değeri”ne (sayfa 218-221) ve “Gazavat-name nüshaları”na (sayfa 221226) değinmekte, Suzi’nin bu eserini inceliklerle açıklamakta, dolayısıyla o dönemin tarihini anlatmaktadır. 7 3. a.g.e. 50 Tür Yazarlar Derneği’nin girişimiyle tarihin bu diliminde-1998 yılında Yugoslavya’da Prizrenli Suzi yeniden güncellik kazandı. Şair ve yazarlarımız onun eserini araştırdılar, onun hakkında şiirler, makaleler yazdılar, kitaplar yayınladılar8. Çünkü Suzi çok şeyleri hakketmiştir. Biz onunla övünüyoruz. Gelecek kuşaklar mutlaka onu bizden çok güncelleştirecek, yani bizden çok sevebilecektir. Prizren, 10.10.1998 Suzi Camii ve yeniden yapılmış köprüsü 8 4. a.g.e. 51 AGÂH SIRRI LEVEND Şecaettin Koka Ve biz Prizrenliler Suzi’nin adını bilmez değildik ama... ötesini nereden bilecektik ki! Oysa Sozi Camii, Sozi Çeşmesi, Sozi Köprüsü, Naşeç’teki Sozi baba’yı, Sozi babanın mezarını hiç duymadık mı? Hep dilimizde döndü dolandı. Ve ötesini Hocamız Mustafa İsen’in yazılarından öğrendik. Büyük inceleme ve araştırma yazarımız Agâh Sırrı Levend’in daha 1956 yılında Türk Tarihi Kurumu Yayınlarınca Gazavatnameler ve Mihaloğlu Ali Bey’in Gazavatnamesi çoğumuzun elinde yoktu. Şimdi elimizde malzemeler var. Onbeşinci yüzyılın ikinci yarısı ile onaltıncı yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan Suzi Çelebi ünlü kumandanlardan Mihaloğlu Ali Bey’in yanında olmak ve bütün akınları sırasında yanında olmak ve onun yaptığı gazaları betimleme şansına sahip olan bir kişidir. Kendisine verilen bu görevi de en üstün düzeyde gerçekleştirmeyi başaran Suzi Çelebi akıncı beylerinin hayat hikâyeleri ile ilgili doğrudan doğruya yazılmış yegâne eser olarak ta Suzi’nin Mihaloğlu Ali Bey Gazavatnamesi gösterilmektedir. Devamlı olarak Mihaloğullardan Plevne kolunu temsil eden Gazi Ali Bey’in akınlarını ve hayatını kaleme almıştır. Suzi Çelebi’nin Gazavatnamesi’nin 15.000 beyitten oluştuğu bilinmekte ama konuyu araştıranların elinde ancak 1.795 beyit bulunmaktadır. Elde olan eser 288 gazavatname ya da fetihname ile anlatan yegane eser olarak gösterilmektedir. Rumeli fetihlerinde büyük rol oynayan akıncıların yaşayışları hakkında bilgi veren yegâne kaynak olarak ta gösterilmektedir. Dilimize, edebiyatımıza ve tarihimize büyük yararı geçen incelemeci ve araştırmacı Agâh Sırrı Levend Suzi Çelebi’nin GazavatNamesi olarak daha 1956 yılında yayınlandığı inceleme ve araştırmasında, incelikleriyle Mihaloğulları’nı, Akınlar ve Akıncıları ve özellikle de Mihaloğlu Ali Bey’i ve özellikle de Mihaloğlu Ali Bey’in gazalarınınn yazarı olarak ta Suzi Çelebi’yi incelemektedir. Doğallığıyla Suzi çelebi’nin eseri üzerine de durmaktadır. Gazavatname’nin Edebi Değeri ve Eserin Dil Özellikleri üzerine bu yazımda duruyoruz. 52 Ve Agâh Sırrı Levend, Suzi Çelebi’nin kendi eserinde belirtmiş olduğuna göre, önemli amaçlarından biri öldükten sonra adının rahmetle anılmasına vesile olacak bir eser meydana getirmek istediğine işaret etmekte. Suzi’nin eserinin de tamamiyle orijinal bir eser olduğunu vurguluyor. Çünkü O, birçok şairlerin yaptığı gibi, rastgele bir eser meydana getirmek için kalemi eline almış bir yazardır diyor. Oysa Gazavat-Name yahut Zafer-name adı altında meydana getirilen eserler, daha çok birer tarihi belge niteliğinde olmuş. Hâlbuki Suzi’nin GazavatNamesi epik bir karakter taşıyor diyor. Aynı tarihlerde, belki biraz önce, Koca Davud paşa’nın Bosna’daki gazalarını betimleyen Sabayi’nin eseri dışında ki bu eser ellerine geçmemiş, öteki Gazavat-namelerde hiçbirinde şiir unsuru Suzi Çelebi’ninkinedeki düzeyde zengin değildir. Suzi’nin eseri ancak Sabit’in bir dereceye kadar da Güfti’nin Zafernameleriyle kıyaslanabilir diyor Agâh Sırrı Levend. Ancak, arada 150200 yıl gibi bir bulunduğu düşünülür Suzi’de ötekiler gibi sanat özentisinin hâkim olmadığı göz önünde tutulursa, üstünlük yine Suzi’nin eserinde kalır. Eserin DİL ÖZELLİĞİ üzerine dururken Agah Sırrı Levend, eserin başındaki münacat ile tevhidlerin ve bunların arasına girmiş olan gazelin dili, bilgiç görünmek isteyen mutasavvıf divan şairinin, yer yer ayet ve hadislerle süslü özentili dilidir diyor. Fakat Gazavat-nameye girince, bu dil oldukça sadeleşiyor. Yapımcılıktan uzak, bazı kere coşkun, bazı kere içli bir sanat dili oluyor. Gazavat-name’de öz Türkçe birçok kelime vardır diyor Levend. Bunlar metin açıklanırken sayfaların altında karşılıklarıyla gösterilmiştir. Eser, morfoloji ve sentaks bakımından fazla bir özellik göstermiyor. Ancak, dikkati çeken birkaç kelimeye işaret etmekle yetineceğim diyor Levend. Eserin iki yerinde geniş zamanın birinci şahı eki olan “im”, yim” yerine “ven” kullanmış Suzi Çelebi. Böyle morfoloji ve sentaks örneklerinden birçok örnekler veriyor Levend. Ve Suzi Mihaloğlu Ali Bey’in ölüm tarihi 1500 yılı olarak geçmekte. Ancak şairimiz Suzi Çelebi efendisinin ölümünden sonra doğum yeri olan Prizren’e gelerek yaşamıştır. Ve yirmi dört yılını ta 1524 yılına kadar Prizren’de geçirmiştir. Suzi Prizren’de geçirdiği ömrünü halka hizmetle sürdürmüştür. Arkasına Suzi Camii’ni, birçok kıymetli kitapları bulunan Suzi çelebi Kütüphanesini, Suzi Mektebini, kendi adını taşıyan mektep önündeki Suzi çeşmesi ve Grajdanikteki çiftliğini de vakıfname ile belli insanlara ve yakınlarına bırakıyor. Çiftliğinde çayır, tarla, dört taşlı değirmeni, İlyaz Kuka mahallesinde üstü mescit altı muhalimahane olan bir evini bırakıyor. Ama O’nun bıraktığı en büyük eseri Gazavat-namesi’dir ve onunla kendisinin isteği olan öldükten sonra adının rahmetle anılmasına kavuşmuş oluyor. 53 SUZİ ÇELEBİ’NİN GAZAVATNAMESİNDE TUNA NEHRİNİN VARLIĞI Ethem Baymak Bi refsanedir Tuna... Bir destandır Tuna... Tuna, bizim halk türkümüzdür... Gülen ayvamız, ağlayan narımızdır... Tuna, sabrın-işkencenin/yenginin, yenilginin yanan meşalesidir... Tuna, 600 köprüsüdür... yıllık İmparatorluğun upuzun gerilen Tuna, şanlı tarihimizin mermerde kazınan belgesidir... Tuna, Rumeli insanının atardamarı, ulusal kimliğidir... Tuna, Türkçemizin taçlandığı mekândır... Tuna, Rumeli topraklardan akan serin serin kanımızdır... Evet, Tuna bu; şakaya gelmez. Bi’ bakarsın bir gelin duvağı gibi sakin ve saydamdır... Bi’ bakarsın ki’ yaban taylar gibi buzbulanık, delidolu akar... Tuna nehri, Volga’dan sonra Avrupa’nın ikinci uzun ırmağı ve kştadaki akarsular içinde su hacmı en büyük olanıdır. Tuna nehri nerden başlar (kaynar)? Tuna, Almanya’nın Güneybatısındaki Karaorman’dan doğar (kaynar) ve 2.824 kilometrelik teknesinden sekiz ülkeden geçtikten sonra Karadeniz’e dökülür. Bu nehir, bizi-bize kucaklaştıran bir manevi köprüdür. Dildin, örf-adet, tek sözle; özbenliğimizi bir bütün olarak perçinleştirir. Türkçemizin bir nehridir Tuna. Kültürümüzün, sanatımızın bir göstergesidir Tuna boyları... HalkımızınTuna’yla bağlılığını, bir bütünselliğini Üsküplü şair Beyatlı, 1921 yılında yazdığı “Balkan’a Seyahat” adlı yazısında şöyle 54 demiş: Bir Türk’ün gönlünde nehir varsa Tuna’dır, dağ varsa Balkan’dır. Vakıa, Tuna’nın kıyılarından ve Balkan’ın eteklerinden ayrılalı 43 sene oluyor. Lakin bilmem uzun asırlar bile o sularla o karlı tepeleri gönlümüzden silecek mi ?...” Evet, Türk’ün gönlünde nehir olarak Tuna’dır, dağ ise Balkanlar’dır yaşayan. Bu iki efsaneleşmiş zatlar Rumeli insanının belkemiğidir. Atar damarıdır... Gönüllerden kolay kolay silinmeyecektir o serin serin akan Tuna... Tuna, artık nehir olmaktan çıkmış, Türk halkının bir onur bayrağı olmuştur. Hatıralarıyla, yaşayan acılarıyla, sevinciyle Tuna Türk insanının kişiliğidir... Suzi Çelebi’den teskireler övgü ile bahsetmektedirler. Biz Suzi’nin Tuna nehrinin varlığından söz eden bölümlerde duracağız. Örnekler vereceğiz. Suzi Çelebi, Ali Bey’in gazalarını inci gibi dizerken Tuna nehrini de anmadan geçemiyor. Çünkü Ali Bey’in yürüttüğü savaş sahası Tuna boylarıydı. Ve şöyle Ali Bey’in gazalarının bir bilançosunu yapıyor. Tuna kurbında kurmışdı otağı Adünuni canıına urmışdı tagı Zihi sever ki bunca iller açdı Tunayı üçyüzotuz kerre geçti Yüzi suyın yine dökmişdi Rusun Putinı, şimdi idi Ungurusun” Suzi Çelebi, eserinde Ali Bey’den söz ederken coştukça coşuyor. Onun varlığını yansıttığında efsaneleştiğini de görmek mümkün. Ama yapmacılığa kaçmadan. Yalın ve orijinal. Suzi, gazavat-namesinde akına giden gazileri öylesine coşkulu, öylesine betimlemelerle dolu resimliyor ki karşımızda muazzam bir tabloyu seyreder gibi oluyoruz. Alayın önünde rengarenk dalgalanan bayraklar, merter takımının müzik sesleri, atların kişneyişlerini büyük bir aşk tutkunluğuyla tasvir etmektedir. Ve, tüm bunları kafilenin Tuna’dan geçişini nefesi betimlemelerle algılamaktadır. Erdal boylarına gidişi, düşmana saldırışı, gazalarda yengilerin elde edilişi ustaca ve heyecan dolu hislerle süsleyişi o dönem şairlerinin en beceriklisi olduğu kesindir. Bu atmosferi yansıtan bölümlerden de örnekler verelim. Tabi, Tuna nehrinin mavi sularsız bu atmosferi yakalamak adeta imkânsız görülmektedir: 55 Tunaya irdiler ol haş erenler Gaza deryasına gavvaş erenler Çekildi zevrek u keşti kenara Dizildi cümle her su cuy-bara Olaylar gelişe gelişe, Suzi Çelebi, bizat bu savaşa katılıyor. Olayları hem gördüğü gibi, hem de aldığı bilgilerden (istihbarat) gazavatnamesini yazmaya devam ediyor. İlginç olan özellik Suzi, olayı şiirsel bir hava içinde vermeye özenmektedir. Coşku dolu duyarlığı hem gazaya katılanlara moral vermek için, hem de tarihi belgelere yatkın olmak için elinden geleni yapıyor. Bu arada da Tuna nehrin varlığından söz etmeden yapamıyor. Ali Bey ve yiğit askeri Tuna nehrin kıyılarına geliyor. Karşısına Tuna’yı aldıktan sonra: nehire selam veriyor... Ve başlıyor hitap etmesine... Tuna’yı Tuna yapan, benim diyen Ali Bey; bize yol ver geçelim diyor saldırıların Eflak u Rus’a... Ve devamını Suzi’den dinleyelim: Bize yol ver geçelüm Ungurusa Salalum gulgule Eflak u Rusa Gaza bayramına kurban olalum Ne kurban kim sera-ser ca olalum” Tuna nehrinin efsanevi dalgaları deli deli akıp giderken, karşıya geçmek hayli zor oluyor. Önüne geleni alıp götüren Tuna’nın deli dalgaları kendi başına bir düşman ordusu. At kişnemeleri, asker yakarmaları, kılıç seslerinin şak-şikları kanlı Tuna sularına karışır. Bu havaya bürünen bir tabloyu daha gözler önüne sergileyelim: “Ne bigane bilür ne aşnayı ‘Aceb kim vasvider kanlı Tuna Akar şam ü seher seyli şafak-reng Bu hüni bahar benzer k’oldı hem-reng Bu bir sudur ki başdandur hababı Bu bir cudur ki hün-ı dildür abı” Suzi Çelebi, Mihaloğlu Ali Bey’e sunduğu gazavat-namesinde mekân olarak Tuna boylarının mevcutluğu kesindir. Tarihle de 56 pekişiyor. O tarihlerde yürütülen savaşların anlatılmasıyla, yürütülen savaşların tarihleri denk düşmektedir. Tuna bu gazavat-namede mekânsal olarak büyük rol oynuyor. Suzi Çelebi’ye de betimlemede geniş ufuklar yaratıyor. Ki daha geçlerde Rumeli halk türkülerinde bu kahramanlığın, dolayısıyla Tuna’nın vardığı açıkça görülmektedir. Soldan sağa: Osman Baymak, Ethem Kazaz, Harid Fedai, Fahriye Çerkez, Altay Suroy, Bedrettin Koro, Mehmet Bütüç ve Ethem Baymak 57 PÜRZERRİN’İN SUZİ MAHALLESİ’Nİ İÇEREN ÇEVRE VE ONUN BANA ŞİİR YAZDIRTMASININ NEDENLERİ... Hasan Mercan “Yürek yüreğe karşı!” derdi ninem. “Yürek bir köprübaşı!”diye eklerdi Dedem. Us’ca severdim böyle anlarda: Yunus’ca geçerdim köprülerden; varlanırdım el ayak olarak Pürzerrin’imde... Suzi Çelebi, onun 500 yıllık Gazavatname’si bir tarih, ama Pürzerrin için de Tabakhane Semti ayrı bir ‘tarihsel olgu’ bence. Çevrenin, çevredekilere etki yapması, herkesi herkese benzetmesi ve herkese kadrince bir şeyler vermesi açısından. Benden başka, yaşlılarıma göre, soyumuzdan sağ kalan tek varlığımız Halam Mahiye, Pürzerrin’in İslahane Mahallesi’nde yaşardı ve biz ona (onlara) gitmek için, her daim Suzi Mahallesi’nden yol alır, dönüşümüzü de Suzi Köprüsü’nü (Tabakhane Köprüsü’nü yani) geçerek Tabakhane semtine çıkar, Körağa Sokağı’nı boylardık her üçümüz. Ve her geçişimizde, Suzi Çeşmesi’nin sularıyla eğlenen, kocaman, yumuşak ellerini sulara daldırıp, anlaşılamaz bir şeyler mırıldanan Deli Bayram’a rastlardık. “Periler yüzünden delirmiş zavallı! “diyen Nineme, ek olarak, Dedem. “Bana göre, Cinler yüzünden olmuşmuş olanı!“ diye söylenirdi. (Suzi Mahallesi, bence hem Periler’in, hem de Cinler’in ‘malı’ydı bir bakıma ve ol merak yüzünden, Mahalle’nin çıkmaz sokağında yaşayan Kayserili ile (ki Deli Bayram’ın soyuna mensuptu) arkadaşlık etmiş, zamanla da “Körağa Sokağı” adlı “Toplu Yapıtları”mın birincisine öyküsünü yerleştirme kısmetine sahip olmuşturm. Çok şükür...) Bunlar, benim akşamları tek başıma o mahalleden geçmeme neden olmuştu uzun bir süre. “Ya Deli Bayram’ın Perileriyle yüzyüze olursam?” diyerek korkar; “Ya Deli Bayram’ın Cinleriyle gözgözegelirsem, n’aparım?” diye kuşkulanırdım. Bunu bilen Dedem, benim ‘adam’, ‘er’, ‘korkmaz’ olmam için, 58 “Onlar sadece ve sadece Deli Bayram’ın malılar, bir onunla eğlenir, bir onunla keyif çattırırlar; biz insanlardan kaçarlar, evlat, meraklanmaya gelmez...” demişti. Ninem ise, daha liriksel bir yardıma yetişmişti sohbet süresince: “ O mahalleyi Suzi çelebi koruyordur zaten!” Dedem, “Yanında yatan şair kardeşi Nehari’yi de hatırla, Adile!” demeyi unutmazdı. (Dedem, şair-şiir dendi miydi, usuna bir tek Yunus’u getirir, öylesi varlıkların ancak bir O’na haz olduğuna inanırdı, ilkin Derviş olarak, daha sonraları da bir Şeyh sıfatiyle...) Suzi Mahallesi’ne ait Çıkmaz Sokağın yanı sıra, suyu buz gibi akan Çeşme’nin üzerinde Suzi Kütüphanesi (binacığı) bulunurdu ve içinde, Mahalle imamının –ola ki o dönemin Reisulemasının izniyleanlayışına dayanarak, “Doğru Yol” Derneğinde tarbuka çalan, zamanla vereme kapılan Cemo ağbimiz, ailesiyle yaşardı ve daima açık olan, Köprüye ve Akçay (Bistriça) nehrine bakan pencere başında durup durup, (çok da öksürüsdü Cemo ve yaşlılarım adına “Daut’un askeri” derlerdi) bizi selamlar, sularla oynayan Deli Bayram’a laf atıştırıp eğlenir, dedeme de, “Suzi Efendi türbesine benim için de bir dua oku, lütfen, Derviş Osman Baba!” diye söylenirdi. Haklıydı Cemo ağbimiz; çünkü her geçişimizde, Cami avlusunun orada (demir parmaklıklarla sarılı avluda çokça mezar vardı ve Suzi Çelebi ile yanında yatan şair Nehari’nin örtüsü olmayan, (bilenlerce, zat’lar, üzerlerinde örtü, dam filan istememişlermiş, ‘’göğümüzün mavisini bizden esirgemeyin’ diye yalvarmışlarmış meğer) kulübeyi andıran Türbeye yönelik-dönükyüzümü durur, niyaz eder, Halamın evine öyle yönelirdik. (Hep sanıyorum ki, Ninemle benim sona eren duamızdan daha uzun süren duasını, sır Cemo ağbimiz için söylerdi Dedem az biraz bizi ayaküstü bekleterek...) “Bunların hepsi Suzi Efendi’nin yakınları mı?” diye sorardım yaşılarıma, avludaki mezarları göstererek. “Hem dostları, hem yakınları, hem de müritleriymişler” derdi dedem. Ninem ise,-Dedemden az bira daha benlikçi, - benlikçiliğin sırf Türk olduğumuzu kanıtlayan, az da olsa milliyetçiliğe çaldığını zamanla öğrenecektim...-uzak görüşlü olduğu için, “Bu mezarların çoğu Türkçe, birkaçı da dilimize yabancı olan ‘köylüce’-Yakova, o dönemlerde bir kasabadan çok, bir köy kadardı çünkü-konuşur, evladım!” demeye dururdu. 59 “Evsahibimiz Yusuf Efendi ölülerin konuşmadıklarını söyler durur hep, hani başını Kur’an’dan kaldırmayan adamın yalan söylemesine ne gerek var ki?” derdim şaşırarak. “Duymalısın konuştuklarını, evlat!” derdi dedem, “Bunu ancak eşiği helal olan duyabilir beşiğinde, yoksa Yusuf Nanemollah gibiler çok uzaklar böylesinden unutma sakın, ha!” “Büyüyünce belki de ‘duyar’ ve haklarında yazarsın, keşke ve zaman göstere... “diye Ninem, günün birinde, ‘adam’ olup ‘Pir Yunus’a benzeyeceğime varlığıyla inandığını açığa vurarak konuşur sağ avuzuyla saçlarımı kılavlardı. ... Ve işte, zaman o zaman derken, haddim olamayaraktan, ama elimden başka türlüsü de gelmeyip, şu “Gazavatname”si nedeniyle Suzi Çelebi’yle Sohbet” adlı şiirimi karalamış bulunuyorum bugün. Ortalığı ve mahalle çevresini dile getiren önsözvari açıklamama, şiirimi ekliyor, Anma Töreni’ne katılan siz saygın hanım ve efendilerin dikkatlerine sunuyorum efendim: “GAZAVATNAME”Sİ NEDENİYLE SUZİ ÇELEBİ’YLE SOHBET... (Şair Suzi Çelebi’yi elden geldiğince varlandırıp günümüze ulaştıran tüm kalemdeşlere şairsel saygılar...) (Birkaç Söz): ‘Cen bulurum’, dedi Altay; ‘Seni desteklerim’ ekledi Hamit; İskender’le Zeynel şiirlediler; Nimetullah belgeledi; Ethem resimledi; Osman, Mehmet ve Raif varlığını duyurdular; Enstitülerimiz ‘uluslararası köprüler’den geçirdiler; Derneklerimiz tanıttılar; Tiyatrolarımız dillendirdiler; Pürzerrin adlarını, tarihimiz şanlarını bezekledi; derken, fakiriniz, Suzi Çelebi’nin 500 yıllık “Gazavatname”sine (O’na da tabii) bir bu sohbet’i (şiir) yazabildi. Şu Rumeli cilvesi, hem şiire, hemi de şaire hasmış be yahu! Çağlarımız çoğalsın diyorum... (Şir) ________ Çok mu ayrı kaldık, Suzi; Az mı düşlendik? Şiir anlatamıyor... Nereye mi kaçmış gölgesi Kale’nin, Kız Kalesi’nin seslenişi Kime mi aitmiş? 60 Deli Sülo’dan haber beklersen, Yeniden doğmalısın! Hem ölüsü gölgeli, Hemi de d,r,s,, Şadırvan’ın orada; Eskiden başlatılan, Bitmeyen bir türküyle iç-içeler. Gül, diken’e ; Dil, döken’e nasıl mı benzer, Suzi? Abbas Ekmekçi, Fırıncı Kaçel’e sevmeyi öğretende! Bizde hala Kin pahalı’ya, Sevda ucuz’a çalar, ne hikmetse! Kıyamet kopsa Ele verilmez töre; Kuru Çeşme ölüleri canlansa... Akça’nın kıyısı, Sinan Paşa Camii’nin kapısı, Ve Deli Bayram’ın sancısı, Diller’den kaçıp kaçıp, Efsane köprüsü’nün orada Bir tarihe sığınır gibidir artık. Naraya, figana ne hacet ki, Suzi? Tanrı dersen Tanrımız; Sayrı dersen sayrımız ; Acı dersen, acımız’dır Seninle takvime yerleşen çağın ilk’i diye. Gerisi zaten cümle şairlerin Barınağı olmuş yeşeriyor, Maraş Mahallesi’nde. Doğan çocukların hepsi Yeryüzünde... Sahi misin, dahi misin, Suzi ? 61 Dede’yi sorarsan, dedemdedir; Nineyi ararsan, ninemdedir; Hep amma hep kavga dövüştür Bülbül Deresi, Bildik bileli. Sığırtmaç Sali’in ahı, Kıskanç Nahit’in vah’ı Ahenkleşirler tepesinde. Tabakhane Semti’nde Yel’ler bükülmezse, Kişiliğinin kalıtımıdır, Haberin olsun! Saraçhane de anlamına varamadı bunun, Bozacı Murat, Şeyh Hasan’ın Deli Memet için bir nefeslik Zikri’ni arandıkça. Mehmet Paşa Hamamı mı? Dilsiz ve suskun; Hancı Zeynel’in Koçbaşlı Hafız’dan yakınmasını Duyar mı hiç; Deli Feto taşa tuttukça Günyüzünü?... Hele Sen çok yaşa, e’mi, Suzi ! Şaheserinin ilk beytine Pek de güzel yaraşmış soyadımız... Bundan mı varız, Bir bundan mı çoğalıırız? Acep hangi çağ, Çağın’dan utanır; Hangisi gururlanır, Suzi ? Ayıp denen, Kayıp bilinen şey, Yok ki Körağa’da! Yüreği çizsen, ereğe; 62 Gerçeği görsen, gereğe Karışır renkleri ressamın; Gri parantez’e girip, Mavi virgül’den kurtulup, Ve Beyaz noktalaşınca Şeklin midir “Doğru Yol”a Doğru’yu buyurtan?... Peki ya Beş Çağ, ‘Beş dağ’ım dese, Suzi; Aşk me meşk’i, Yengi mi bengi’yi dillendirir dersin? Sözünün üstüne söz bulamayıp, Özüne benzemekle yetinip, Fakir bir şair kalsan Pürzerrin halkına, Çok mudur, Sence? Sevmekse, Yunus’tan; Affetmekse, Mevlana’dan; Direnmekse, Abdal’dan’dır Gönüllerde taht kuran! Yoran, Soran Ve saran Zaman’dır, Adım izlerinden oluşan Ol Zemin’in Rumeli’sinde... De bakalım, Suzi, Ne gizlenir Kulaklarımda çınlayan gür sesinde? Çok mu değildik, Suzi; Az mı varlandık? Şair bilemiyor. 1998 63 SUZİ ÇELEBİ’NİN ESER VE MEKÂNLARI Ahmet S. İğciler Gazavatname Suzi’nin eseri Hiçbir yapıtla ölçülmez değeri Mihaloğlu Ali Bey’in yaptığı Savaşlarınındır örnek seferi Ölümsüz eseri Vakıfname’dir Bugünler için bile hediyedir Suzi Çelebi’nin Vakfiyesiyle Yarınların kuşağı ümitlidir Cami vardır Suzi mahallesinde Ezanlar okunur şerefesinde Çelebi’nin bu muhteşem eseri Anılır bütün İslam ülkesinde Suzi’nin camisi Tabakhane’de Seller dayanmıştı, ta eski bende Yıkıldı köprüler yetmiş dokuzda Suzi köprüsü düşmemişti derde Onbeşinci yüzyılda Suzi Çelebi Pirzerinde açmış Türkçe mektebi Öğrenime ilgi gösterenlere Kendisi de öğretmiş birkaç dersi Suzi’nin halkta daha sevilmesi Tarihte anılar kütüphanesi Zamanında eşi olmadığından Sayılırmış Bölgenin bir tanesi Suzi Çelebi’nin şanlı çeşmesi 64 Hiç geç kalmazdı suyunun gelmesi Zamana bırakılınca bu eser Anılır nice caminin simgesi Binbaşı çeşme karşısında dere Değirmenciden anılır bin kere Suzi Çelebi’nin yaptığı bu eser Tabakhanede dökülür bir yere Bin beşyüz on üç senelik eserde Suzi’nin yazdığı Vakıfname’de Anılır bugün halkta Çelebi’nin Büyük sulama kanalı dillerde Naşeç Suzi’sinde vardır kara taş Ona ezelden denir Delikli taş Adağı olanlar ne dert kılar Gidip derman bulmak için verir baş Çeşmecik var Naşeç Suzi’sinde Sevimli akar suyu emziğinde Karpuz Bayramı denilen törende Şenlik olur ağustos ikisinde Adak adayanların kurban taşı Götürür kurbanlık edilen başı Yüzlerce yıl halka hizmet etmekle Akıtır sevgililerden göz yaşı Suzi deresi üstünde değirmen Demir çarkları dönerdi ezelden Zamana bırakılma sonucundan Eski bina yıkılmıştır temelden Dağ yarıklığı türbeyi andırır Kısmeti arayan kızı kandırır Muradına eren sevgililerden Bütün kuşkuyu ortadan kaldırır SAFFETOĞLU Suzi’nin hayranıdır Bildikleri velilerden kalmadır Doğum yerinin aşağı olanın Taşıdığı kan İğciler kanıdır 65 YAZIŞMALAR SUZİ’NİN EL YAZMALARI Güney Slav Akademisinin malı olan, tarihi belge oluşturan (HS)9 geçmiş Osmanlı’nın şairlerinden ve yazarlarından Suzi Çelebi’nin eseridir. Eserim olan GOWP’da sayfa 34’te yazdığı gibi kaynaklar Prizren asıllı olduğunu bildirirler. Michal-zade Ali ve Mehmet-beg (Mihaloğlu Ali ve Mehmet bey)in kâtibidir. Komutanı Ali Bey’in akınlarını 15000 beyitle anlatıyor. Sultan II. Bayazıt döneminde öldü ve doğum yerinde gömüldü. Bilgilerimize göre inşaatı süren bir caminin bahçesinde gömüldü. Prizren’de bulunduğum zaman mezarını görmedim, bunu araştırmak iyi olur. Bu eser muhakkak ki önemli bir yazmadır. Bunun eski bir eser olduğu eski Türkçeyle yazılması kanıttır. Eser Tewarich al – i Osman adını taşıyor, bu ise Osmanlı hanedanlığını veya cemaatının tarihi anlamına gelmektedir. Oysa Mihaloğlu Ali bey’in seferlerini anlatıyor. J.v. Hammer bu eseri tezkirelerden (şairler antolojilerinden) biliyor ve GOD, I. Eserinde 246 sayfada sözediyor: Suzi Çelebi Mihaloğu’nun Bosna seferlerini şiirine almış Bu elyazma bu olayı anlatan biricik eserdir, bu yüzden Güney Slavlar’ın tarihi için ayrı bir değeri vardır, bu yüzden ivedilikle dektora tezi veya üniversite işi olarak incelenmesi gerekir. Bu yazma eser Almanya’ya Londra’fa Bernard Quariteh şirketi aracılığıyla geldi. Eserin uzun zaman Fransızlar’ın elinde bulunduğu olasıldır. Eser halen bütün değildir ama bu büyük eksiklik değildr, çünkü Suzi Çelebi’nin eseri tarihi bir belgedir. Eserde tarihi olaylar (HS) Hicri IX. Yüzyıla kadar anlatılıyor. Suzi Çelebi “Osmanlı hanedanları” eserindeki bilgileri kaynak göstererek yazmamış. O dönemin yazarlarında varolan geleneğe göre eski kaynaklardan faydalanarak eserini yaratmaktadır. F. Babinger 9 HS metinde kısaltmadır ve Amnaca HS – Historisch Schrifta demektir. 66 Berlin 13, 07. 1929 Sayın Olesnickij Onbirinci (Sloven tarihi yazmaları) talebinizile ilgili yazıyı başkan beyefendi bana yazdı. Bu haber beni sevindirdi ve ilgimi çekti, lütfen bu eser hakkında bana bilgi verin. Bu vesile ile şu husuS hakkında da lütfediyorum: HSS cildini sürdürmem için içeriğinin mündeceratını gönder. Bu iyiliği yapmanız ve böyle bir bilgileri kataloglaştırılmış biçimde ulaştırmanıza rica ediyorum. Her sayfada başlık, özeti bulunmalı ve bilgilerin tamamlanmış olup olmadığını belirtin. Bu cetvele ihtiyacım vardır ve ancak buna göre bende bilgilerin varolup olmadığını tespit etmiş olabilirim. Suzi ile (onun eseri hakkında) uğraş vermeniz beni sevindirdi. Sizlerin etüdlerinize ve araştırmalarınıza gelince, bu konuda en eski kaynaklar Macarlara aittir ve Nikolaus İstvoffy (1615)'nin ve Stefan (İstvon) Katona (1811'de öldü)'nın eserlerinde bulunur. Bu iki eseri hiç şüphesiz Agram vor.. J. V. Hammer'de bulabilirsiniz, eğer Semendire olaylarından bahsetmezseler (?). Buna rağmen Macar tarihcileri bu olayla ilgileniyorlar. Bezasi'nin bulmacalı tutumuna karşın birşey konuşmak istemiyorum. Hangi yıl hakkında söz edildiğini bilmem gerekiyor. 866/67 ? olduğunu tahmin ediyorum. Benim tanıdığım ve temasa geldiğim bütün tarihciler bu olay ile hiçbir şey bilmiyorlar. Suzi bunları kendi yaşamış ve o biçimde anlatmış. Bu yüzde bu kaynağa güç veriyor. Bu tarih belgede birkaç sayfanın noksal olduğuna çok üzüldüm. Bu eksikliğin büyük olmadığına umut ediyorum. Bu yazmaları hızlı bir biçimde sayfalarken fazla bir şey tespit edemedim. Bu tarihi yazmalar eşsizdir (tektir) bu yüzden hiçbir çeşit kıymeti yadsınamaz. Bosna'nın fethi ile ilgili yeni görüşlerin bulunup bulunmadığını açıklamakta yarar vardır. Bu alanda Suzi özeldir, çünkü bu konu üzerinde bildiklerimiz Osmanlı kaynaklarından temin edilmiştir ve bunlar kuşkulu ve problemlidir. Eserinizin katalog işiyle nereye kadar geldiniz? Şimdiye kadar kaç bölüm vardır? En iyi dileklerimle bu çalışmanızda mesafe kazanmanızı bekliyorum. Sizinle kalan, F. Babinger. 67 A.MKT. DV. 188/44 nolu Başbakanlık Osmanlı Arşivi - İstanbul belgelerinin (Altay Suroy Recepoğlu arşivinde bulunan fotokopileri) Latin harflerine transkripsiyonudur. 1277 L.21 44 Prizren’deki Mevlana Molla Süzi Mezcidi’nin imameti hususunda: vakıfın oğlu Hafız Süleyman ile imamet cihetiniuhdesinde bulunduran Şakir arasında zuhur eden anlaşmazlığın tahkiki. ________________ Dersaadet * Süleyman, Hafız (Prezrin’deki Mevlana Molla Süzi Mezcidi vakfının oğlu). Şakir (Prezrin’deki Mevlana molla Süzi Mescidi İmamı)* Mevlana Molla Süzi Mezcidi Vakıfı (Prezrin) * Üsküp Valiliği Hak subhane ve teala hazretleri Şefketlu, muhabetlu, azimetlü, kudretlu ve na’mebe adniyyan ve melca panakah kaffe cihan zallallahu alem efendimiz hazretlerinin mubarek ve suus vucud eclüleri deher asibe ben masune ve mahfuza ile emin arzumalhe çeker yemiralar yedırki Üsküp sancağında Pürzeren kasabasında cedebımız müteveffa Mevlana Molla Süzi neba yledigi 68 mescidi şerifın useba ve imammetine kendisi metasarduk badel vefan tusiya mutlaka evladlerine ve imameti evlad zükriyyene vekfaya mevcub şart idur şart vafık ve şurud selazıma aham hazretlerin mevcibinçe tulsaya ve imamın ceddmız posta ve nan paresi fe hak nubetımız iken bu kullari 68 tarihinde safber ve havs sai ider iken icabınden ceri busla Bekir efendihalak ittiha ile fetva zapt idup ve şart vakıf ile amel kadimi ve şurut mülük vesalatini feth ile ol hünkare yılmaz busla zan hernekadar ograşmiş ise ve ograşmakta ikel karındaşım kolları satber ve bu kullari hafzama dinledup ve buluga irup femahisile şuru iderek ve hak nubetımızi ad’am kalkuşup ad’an iken merfum icabınden Bekir efendi vefatiyle ogli Şakir teslut iderek 7-8 sene zarfında ebsar batar defa dersasete gelenüp ve mehalına giden ise nihaye huzur harsın fetva penahire mehasımelerımız badel havale icanup bu kullarınızı evlad vakıfdan oldogomozi inkar etmesiyle kullarınızdan bine talep hosunub 15 neferi mütecaviz ispatlarımızi hudur hazıra fetva penahire denuldup evladına sebvet bilup bazi taraftan tesahablık cehidiyle ecel nebden bir vechil imtihana salahiyeti yok iken cigerlerıni icanib imtihane cevale iptederup bu kullari hafızul Kur’an ve imamete enseb olan kara’men gayrıhadım kırati asberi icanıbden kırkaçderece ala oldogoni huzurunda beyan itmişler ise bu kulları bu kullar evlad vakfından olup ve hususan kardaşım kullari he elhati anda sagır vehansa itmekten ve bu kullari tahsil ilımde ve hafizul Kur’an iken bu çekerlerınıze bu derece zalim ve tadiye vecdımız intikal iden nolsaye ve imamet icanibe tevciye layik görmeyüp allah ve resul aşkına olson şart vakıf ve şurut mülükün vesatile izam hazretleri ve emsalleri mevcüp taamil kadimi vechile hak nübetımız olan pusti icdadımızi bu kullarınız tücbiyye bürmesıne ferman büyürmesi yahud sibdikar birce hakaniye şer’an ve kanunen ahkame ve alayi ahkak hak buyurmasıne fermanle buyurması Niyazi baba ve herhalde emir ve ferman llutfe vekarak şefketlu, muhametlu, azimetlu padişah efendımızlerının hazretlerın izviye zemin 1277 sene Evlad vakıfdan sagir hakki sultan muderisının Arslan Ahmed vasi Ümer kulları Hafız Süleyman kullari 69 Üsküp valisi Mustafa Ben hazretlerine bu mevcut sart vakıf nevleti mutka olan diyar Üsçüp sancağına baki Pürzeren kasabasına Mevlana Mü Süzi bina le mescid şerifile ve imameti evlad zükriyye bu meşretimize nehide icabınızın Bekir efendi halak inha ile ziya idup kısa vekre günülün sagır bulmanızle velileri rai ise vade mü’teder olamamamiş ve mevzui dahi bulunmiş oldoklarınden ler kavmınız ve hane vukufiye agli Zekir lesad iderek merfu ile pederınız Sefer enberü ograşmaktan ve vuku olan tarafından merfuha bithaber bir vechiye salah ibni yok iken bazı taraftan nisab bulunup henuz arza ile tevecci hafız Süleyman ve karındaşı Safberın vasi Ümer hazra şahine izmenin nektimile bina vastırham olamaz ve borca muhamen olup ifham ile keyfiyye lahab velilerine istilami lazım gelmiş lehele meclis marifinle 70 gark bakan ve neokiyafan lazımın bilahir halının belzapta bu tuze işap haşam hashas hemen buyurup sebaka mudhemetek. BASINDAN «Bülten» sayı 2, Aralık 1997, Prizren (Türk Yazarlar Derneği yayınlar) PRİZRENLİ SUZİ GAZAVATNAMESİNİN 500. YILI SEMPOZYUMU 17 Aralık 1997 günü Türk Yazarlar Derneği Yönetim Kurulu toplandı. 1998 yılında Prizrenli Suzi Gazavatname’sinin 500. yılı Sempozyumu hazırlayacak olan yedi kişilik kurula Altay Suroy Recepoğlu, Prof Dr. Nimetullah Hafız, Dr.Mücahit Asim, Dr. İrfan Morina, Mr. Hamit Altiparmak, Mr. Bedrettin Koro ve İskender Muzbeğ seçildi. Liselerde ödüllü yarışma hazırlıklarını yapacak ve yazıları seçecek olan Cemali Tunalıgil, Raif Kırkul ve Salih Lika’dan oluşan kurul seçildi, Prizrenli Suzi (1455-1523) Gazel Serv-kaddün dikmesidür sah-ı gülzarda Eskümün perverdesidür laleler kuhsarda Ya gönül sinemde mihrun sakladı agyardan Ya örümcek perde çekdi Ahmed üzre garda Vahsl-ı dil berdür hemin dünya meta-ından garaz Yogsa ‘ısık ehli ne aldı satdı bu bazarda Çin ü Maçine gidenler geldi hep sag u esen Bu benum avare gönlüm kaldı zülf-i yarda Halk-ı ‘alem müskilin müfti nice hall eylesün Kim gözi evrakda gönli ruh-ı dildarda. 71 KANLI KOSOVA’DA BİR KÜLTÜR OLAYI PRİZRENLİ SUZİ GAZAVATNEMİSİNİN 500. YILI SEMPOZYUMU Prizrenli Süzi (1455 - 1523 ) Türk Yazarlar Derneği “Bülten”, sayı 3, Ocak 1998, Prizren Süzi olarak bildiğimiz şair hakkında bilgi veren tezkireler onun Prizren’de doğduğunu, Fatih ve 2. Bayezid devri akıncı beylerinden Mihaloğlu Ali Bey’in gazalarını anlatan bir manzum eser yazdığını bildirirler. Prizren’de “Sozi” mahallesinde aynı adlı caminin haziresinde bulunan mezarın baş taşındaki Arapça yazılmış kitabesinde “Suzi Zerrin” olarak geçmektedir ve asıl adı Mehmed b. Mahmud b. Abdullah olan Süzi’nin, H. 931 yılı ölüm tarihi olarak yazılıdır ki bu 29 Ekim 1524 günü öldüğünün kesin tarihidir. Suzi, şairin takma adıdır. Süzi Farsça bir sözcüktür. “Aşk ateşiyle yanan” anlamına gelmektedir. Süzi’nin 1455-1465 yılları arasında dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Hicri 919 - Miladi 1513 yılında tasdıklanan “Vakfiye” sinde Mevlana Süzi olarak adı geçmektedir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi - İstanbul’da bulunan A.MKT.DV 188/44 no’lu Hicri 1277 tarihli bir yazışmaya göre adı Mevlana Süzi olarak geçen şair hakkında bilgi veren tezkirelerden Aşık Çelebi “Meşairu Şuara”sında , Latifi tezkiresinde, Künhü’l-Ahbar’ın tezkiresinde adı Suzi olarak geçmektedir, HeştBehiş’te ise Mevlana Suzi olarak geçmektedir. Tezkirelerde Nakşibendi tarikatına mensup olduğu, Mihaloğlu Ali beyle pek çok savaşlarda birlikte bulunduğu bu savaşları nazm ederek on beş bin beyitlik bir kitap meydana getirdiği, ilimle uğraştığı, hoş tabiatlı, şiir söylemeye kadir, zihni pak olduğu, Prizren’e dönerken Kalkandelen’de halka zulüm eden kadı hakkında şikayetlere tanık olunca bu kadıya karşı manzum bir dava yazarak Şeyhul islam tarafından Yavuz Sultan Selim’e takdim edilmiş olduğu, sultan bu davayı o kadar beğenmiş ki Suzi’yi Istanbul’a davet edip 1512-1520 tarihli “temlik-name” ile kendisine Prizren yakınlarındaki Grajdanik çiftliğinden gelirin onda birini verdiği 72 belirtilmiştir. Suzi’ye verilen Grajdanik çiftliğinde bir yer vardır ki o zamandan günümüze kadar “Sozi” olarak bilinmektedir ve halk burayı bugün de böyle bilmektedir. Burada Suzi deresinin kaynağı, derenin sol kıyında Suzi çeşmesi, delikli taş ve derenin sağ kıyında Suzi türbesi olarak adlandırılan bir mağara vardır. Grajdanik çiftliğinden geliri Suzi “Vakfiye” ile İlyas Hoca mahallesinde Bistriça suyu kenarında kurduğu mescit ile bir dershanenin idaresi için vakfetmiştir. Bu vakfiyeye göre Süzi Ayşe adında olan kızına malının bir kısmını bağışlamıştır. Aşık Çelebi’ (1520-1572) ye göre Süzi’nin Nehari ve Remzi Çelebi adında kardeşlerinin, Sa’yi hakkında bilgi verirken Suzi’nin kardeşi olduğunu bildirmektedir. Bu bilgilere göre Suzi’nin üç kardeşinin varolduğunu öğreniyoruz. Aşık Çelebi’nin bu bilgileri inandırıcıdır, çünkü kendi Prizren’de doğmuş ve Üsküp’te yaşamış bilim adamı, şair ve tezkire yazarıdır. Bu yörelerde yaşadığı dönemde ve daha önceleri yetişmiş olan eser sahipleri hakkında değerli bilgiler vermiştir. Süzi’nin öğrenim gördükten sonra görev almadığını bildiren tezkireler Onun kadı olduğunu kaydetmişler, ama kadılık yaptığı süre ve yer hakkında bilgi verilmemiştir. Süzi’den kalan taşınmazlar: 1. Prizren’de Hicri 1277 Miladi 1861 yılından sonra minare eklenen Süzi mescidi. 2. Mescide yakın kütüphane, 3. Mescide yakın dershane (mektep) 4. Cami haziresinde türbe 5. Kütüphane binasına bitişik çeşme, 6. Mescidin önünden akan Bistriça suyu üzerindeki taş köprü, 7. Mescit yakınlığından başlayarak Grajdanik’e kadar giden 7 km uzunluğunda su harkı, 8. Grajdanik’te Sozi olarak bilinen yerde ve dere sahilinde çeşme. Grajdanik’te Sozi olarak bilinen yerde bir delikli taş vardır ki bu delikli taştan geçen kişi kötü ruhlardan arınmış olur. Günah işleyenlerin ise delikli taş içinde sıkıştığına inanılır. Delikli taşın karşısında iki metre derinlikte bir mağara vardır ki buraya “Sozi türbesi” denilmektedir. Bu türbeye dere üzerinde yapılmış olan tahta köprüden geçilmektedir. Süzi’nin eserleri. Mihaloğlu Ali Bey’in gazalarını dile getiren Gazavat-name, Süzi’nin 15000 beyitten oluşan manzum eseridir. Bugün Gazavatnamenin dört nüshası bulunmaktadır. Biri Ankara’da (Agâh Sırrı Levend arşivinde) ,biri Emiri nüshası (Millet Ktp manzum eserler, No.1339. Tarih-i Mihalzade Ali Beğ), biri Berlin nüshası (Preussische Staatsbibliotehek, Ms. or. Qu - 1468 ve biri de Zagreb nüshası (Zagrep 73 Hırvat ilim ve güzel sanatlar akademisi İslam eserleri koleksiyonu, No. 535/1). Bu yazmalarla Gazavatnamenin 1795 beyti ele geçmiştir. Suzi, Mihaloğlu Ali Bey’in ölümünden sonra bir ara oğlu Mehmet Bey’in yanında kalmış, savaşlara katılmış ve sonra doğum yeri olan Prizren’e dönmüş. Prizren’e gelmeden önce eseri tamamladığı bu eserden bellidir. Bu ise eserin tam beşyüz yıl önce tamamladığını göstermektedir. Çünkü Mihaloğlu Ali Bey 1494 yılında ölmüştür. Eseri Mehmed Bey’in yanında kalarak dört yıl içinde tamamlamıştır. Aşık Çelebi “Meşahir-u Şuara” sında Suzi’den birkaç gazel aktarmaktadır, Latifi tezkiresinde Suzi’den merhum Necati’ye yazılmış bir nazire aktarmaktadır. Bunlara göre Suzi’nin Mihaloğlu Alibey’in olağanüstü kahramanlıklarını coşkuyla betimleyen mesnevisinden başka gazel, nazire ve hicivli şiirler yazdığı bilinmektedir. Suzi’nin rüşvet alıp yiyen ve bu iş için halkı sıkıştıran Kalkandelen kadısı için yazdığı ve Sultan Selim’in eline geçen şiiri: Ey kadı sana da’vacı Yezdan olacaktır Mahşer arasatında ki divan olacaktır Haşr içre sicillat-ı amel çün bula imza Rüşvet rakamı namene ünvan olacaktır Devrinde yetimin ki gözü yaşı revandır Bir gün seni gark etmeğe umman olacaktır Rüşvet kemiğin durmaz ilik gibi emersin Karnın yarılıp bir gün ilik kan olacaktır Bu sazı perdeler altında çalarsın Sanma ki anın nağmesin pinhan olacaktır. “Ey kadı mahşer meydanında divan kurulduğunda senden davacı Allah olacaktır Kıyamet günü amel defterleri kontrol edildiğinde rüşvet rakamları senin defterine başlık olacaktır. Devrinde yetimlerin gözlerinden akan yaşlar, bir gün seni boğacak okyanus olacaktır. Rüşvet kemiğini durmadan ilik gibi emiyorsun, bir gün karnın yarılacak ve ilik kan olacak. Sen şimdi bu sazı gizli çalıyorsun ama, onun nağmesi gizli kalacak sanma.” Prizrenli Suzi Gazavatnemesinin 500. yıldöünümü dolayısiyle 1998 yılı Yugoslavya Türk Yazarları Derneği tarafıncan “Suzi Yılı” olarak ilan edilmiş, dolayısiyle birçok şiir saatleri, paneller düzenlenecektir. Kutlamalardan en ağırlıklı “Prizrenli Suzi Gazavatnamesinin 500. yılı Sempozyumu” olacaktır ki bu sempoyzuma Yugoslavya dışından da bilim adamları davet edilecektir. 74 Sucudi Köprüsü ve arka planda Suzi Camii minaresi PRİZRENLİ ŞAİR SUZİ 500. YILINDA ANILIYOR “Birlik” 19 Ekim 1998, Üsküp PRİZREN. Kosova’da Türk Yazarlar Derneği Prizrenli Suzi’nin 15000 beyitten oluşan “Mihaloğlu Ali Bey Gazavatnamesi”ni kaleme alışının 500. Yılını bilimsel toplantıyla kaydediyor. Zerrini Suzi, Pürzerini Suzi, Mevlana Suzi, Suzi Çelebi, Molla Suzi, Müderis Suzi mahlaslarıyla anılan şair Mahmutoğlu Mehmed Prizren’de doğmuş ve 29 Ekim 1524 yılında doğum kentinde ölmüş olan Türk edebiyatının önemli şairlerindendir. Hakkında tüm teskirelerde bilgi vardır. On ayrı Türk kuruluşu etrafında toplanan Prizren aydınları geçmişte Türk diline, kültürüne, tarihine hizmet etmiş yerli büyükleri yaşatmak amacıyla birçok çalışmalar yapmıştır. 10 Ekim günü Prizren’in Kültür Evi salonunda Prizrenli şair Suzi’nin yaratıcılığının 500. yılı kutlanacaktır. İlkin Uluslararası bir Sempozyumun düzenlenmesi kararlaştırılmışken, Kosovadaki bileşik durum yüzünden 4 gün sürmesi planlaştırılan Sempozyum yerine birgünlük “Prizrenli Suzi’yi 500. Yılında anma töreni” düzenlemeye kararlaştırıldı. 75 Türk Yazarlar Derneği «Bülten»i sayı 7, Eylül 1998 Abdullahoğlu Mahmud’un oğlu Mehmed Prizren ve çevresinde yetişen ilk Türk büyüklerindendir. Tüm tezkireler ve yazılı kaynaklar O’nun Prizren’de doğduğunu bildirirler. Suzi’nin, yazdığı eserlere ve 29 Ekim 1524 günü olan ölüm tarihine göre 1455-1465 yılları arasında doğduğu tahmin edilmektedir. Bugün Prizren’de Suzi Camii haziresinde çevresi duvarlarla sarılı türbedeki kardeşi şair Nehari ‘nin kabri yanındaki kabirde yatmaktadır. Kendini Suzi Zerrini olarak tanıtan Abdulaoğlu Mahmud’un oğlu Mehmed XV. Yüzyılın tanınmış akıncı beylerinden Mihaloğlu Ali Bey’in ve onun ölümünden sonra da oğlu Mehmed Bey’in kâtipliklerinde bulunarak birçok seferlere katılmış ve bu savaşları anlatan onbeşbin beyitten oluşan Mihaloğlu Ali Bey’in gazavatnamesini yazmıştır. Bu gazavatname hiçbir özentiye kapılmadan, olduğu gibi akınlarda uçan kelleleri, ikiye biçilen gövdeleri, sel gibi akan kanları, devrilen atları, yıkılan şehirleri, ele geçirilen ganimetlerle esirleri bir heyecan tufanı içinde anlatan nadir bir eserdir. Bir yandan savaşın ne kadar ibret verici olduğu, öbür yandan şairin gezip gördğü yerlerin, özellikle Tuna boyunun güzellikleri ve Ali Bey’in aşık olduğu Meryem ile aşkı en güzel şiir özelliğini içeren şairin olağanüstü şairhane duygularıyla anlatılmaktadır. Evet Prizren’de doğmuş ve Prizren’e birçok vakıf eseri bırakmış ve kendini Zerrini Suzi olarak bildiren Abdullaoğlu Mahmud’un oğlu Mehmed, üstün ilim, fikir sahibi olduğu, mektebinde müderislik ve mezcidinde hocalık yaptığı için sarık taşıdığından dolayı “Mevlana (efendimiz) Suzi”, görgülü, terbiyeli ve olgun bir kişi olduğu için de “Suzi Çelebi” olarak da kendine ifade edildiği yazılı kaynaklar bildirmektedir. Prizren’de halk Suzi’yi evliya, “Sozi baba” ve “Sozi efendi” olarak bilmektedir. Suzi’nin Remzi adında, Nehari ve Say’i mahlaslı bilgin ve şair olan kardeşlerinin ve Mümin mahlaslı yeğeninin de eserleri vardır. Kızı Ayşe’den süren nesiller üzerinde araştırma yapmak gerekiyor. Böyle üstün insani değerlere sahip bir kişinin bu topraklarda yetişmesi, ardına bugün bile hizmet veren birçok vakıf eseri, edebi, sanat ve tarih açısından kıymeti büyük olan yazılı eserler bırakması bizleri gururlandırmaktadır. Bu toprakları kutsallaştırıp bize nimet kaynağı olarak ondan yararlanmamızı emanet eden Pürzerinli Suzi’yi Türk Yazarlar Derneği bu yüzden Suzi'ye yakışır bir biçimde anmayı kararlaştırdı. İlkin Uluslararası bir Sempozyumun düzenlenmesi kararlaştırıldı. Birbuçuk yıl süren Sempozyum hazırlıkları tamamlanmışken Kosova’da silahlı çatışmaları başlaması binin üzerinde 76 kişinin canından olmasına, binlerce kişinin yaralanmasına, evlerini barklarını terketmesine neden olmuştur. Can güvenliğini temin etme sorunu belirmiştir. Bu koşullar altında bu Sempozyumu düzenlemek için koşulların elverişli olmadığı kanaatine varılı, mış, bunun yerine bir günlük “Suzi’yi Anma Töreni”nin düzenlenmesi kararlaştırılmıştır. Ulusal tarihimizin bir parçası olan XV – XVI. yüzyılın şairlerinden Suzi’yi anmakla bu alanda Türk Yazarlar Derneği büyük bir olayı gerçekleştirmektedir. Çünkü ilk kere 500 yıl önce yazılı eser yazan bir yazarımız bu biçimde anılmaktadır. Mihaloğlu Ali Bey’in savaşlarını anlattığı için onun Gazavatnamesi olarak bilinen Suzi’nin bu eseri 15000 beyitten oluşan bir mesnevidir. Çünkü her beyti başlı başına uyaklı ve başından sonuna kadar 11 hece vezinlidir. Agah Sırrı Levend 250 Gazavatname üzerinde yaptığı araştırma ve inceleme sonucunda Suzi’nin Mihaloğlu Ali Bey Gazavatnamesinin konusu ve deyişi bakımından tam bir “gazavat-name” karakteri taşıdığını ve bu akıncının gazalarını eserine mihver yaptığını, Fatih ve II. Bayezid devrindeki sürekli akınlarla ünlü akıncıları bir tarihçiden fazla bir şaire yaraşan ustalıkla anlatığını belirtmektedir. 1956 yılında Türk Tarih Kurumu yayınlarınca yayımlanan Agah Sırrı Levend’in “Gazavat-nameler ve Mihaloğlu Ali Bey’in gazavat-namesi” kitabında gazavatnamelerden bilgiler verildikten sonra Suzi hakkında, Mihaloğlu Ali Bey akkında bilgiler verilmektedir ve bu gazavatnamenin çeşitli kütüphanelerde bulunan elyazmaları karşılaştırılarak 1794 beyti latin harflerine yapılan transkripsiyonla ve kimi sözçükların açıklamasıyla yayımlanmıştır. Devamda bu beytlerin elyazmaları da yayımlanmıştır. Ülkemizde Türkçe eser veren tüm yazarların kuruluşu olan Türk Yazarlar Derneği’nin 1998 yılının Suzi yılı ilan etmesiyle Türk kuruluşları ve bireyler Suzi hakkında kimi etkinlikler gerçekleştirdiler. Aluş Nuş’un başkanı olduğu Türk Müziği Konservatuvarı’nda “Prizrenli Suzi Yazarlar Kolu” kurulmuş ve Suzi hakkında şiir saati, toplantı örgütlenmiştir. Balkan Aydınları ve Yazarları “BAY” Dergisi nisan ayında yayımlanan 29 sayısını Suzi’ye adamış, Agâh Sırrı Levend’in Suzi ve Mihaloğlu Ali Bey Gazavatnamesi hakkındaki araştırmasını, bilim adamlarımızın Suzi hakkındaki inceleme, araştırma yazılarını ve Prizren ile çevresinde bugüne kadar korunan Suzi ‘nin vakıf eserlerini, belgelerin fotograflarını getiren kapsamlı bir kitap Bay yayınlarınca yayımlandı. Kimi yayın ve basımda da Suzi hakkında yazılar yayımlandı. Bizlere güzel Türkçemizi, milli kimliğimizi, dinimizi, kültürümüzü miras bırakan atalarımız arasında bilim adamı, yazar ve şair olarak yazılı eser, mimarı eser bırakarak ölümsözleşen Prizrenli Aşık Çelebi (1520-1572), Bahari (ö. 1551),Mümün, Nehari (ö.1522), Sa’yi (ö.1538’den önce), Sücüdi (ö.1538’den önce), Şem’i (ö.1530), 77 Tecelli (ö.1689), Acizi Süleyman Efendi (ö.1738), Abdürrahim Efendi (ö. 1885) ve diğerleri, Priştineli Azmi, Levhi ve Nuhi kardeşler, Hatifi, Mesihi (ö.1512), Mustafa Çelebi (ö. 1565), Niyazi. Hacı Maksut Hulusi Efendi (1851 – 1929) ve diğerleri, Nobırdalı Mesti, Belgrad, Kruşevaç Yenipazar, Semendire, Ujiçe gibi yerleşim yerlerinde doğmuş ve yaratmış olan daha birçok bilim adamı ve şairin yaratıcılıklarını geniş çevreye tanıtmak, Onları anmak gerekir. Suzi ‘yi Anma töreni bu bakımdan bir başlangıç olmalıdır. Prizren’de ibadete açık olan Tabakhane’de “Sozi camii”, cami arazisinde bulunan mektep ve kütüphane binası. Bu binaya bitişik çeşme. Caminin karşısında tek gözü kalan taş köprü ve bu köprüden başlayıp Grajdanik’e kadar giden 7 kilometrelik su harkı. Bunlar onarılıp bugün de hizmet vermekteler. Suzi’nin Grajdanik’teki çiftliği gaspedilmiş, Naşeç’teki Suzi değirmeni devletleştirilerek yıkılmıştır. Prizren’de Suzi Camii haziresinde “Suzi Baba” türbesi, Sozi’da (Naşeç köyünde) Suzi mesire yeri ki burada bir çeşme, “Suzi türbesi” olarak rağbet gören bir mağara, Suzi derese ve Suzi çeşmesi bulunmaktadır. Çeşmenin üst tarafında bir delikli taş vardır ki buradan geçen kişinin kötü ruhlardan arındığına, vücudunda bulunan ağrılardan ve hastalıklardan iyileşeceğine inanılmaktadır. SUZİ’DEN BİR BEYT: Suzi’nin ma’nada rüşendür güneşden her sözi Gerçi kemdür süreta kim zerreden miktarda 78 «Bay» sayı 34, Eylül 1998, Prizren Tezkirelere açıp bakılınca Suzi adına rastlanır. Prizrenli bir şair olduğu, ünlü akıncılardan Mihaloğlu Ali Bey’in ve oğlu Mehmed Bey’in kâtibi olduğu ve bunların savaşlarını anlatan 15000 beyitlik bir gazavatname yazdığı, II Bayazıt ve Sultan Selim Han zamanında yaşadığı bildirilmektedir. Bunu bilenlerin sayısı azalırken, teskireleri okuyup bu bilgilere sahip olanların sayısı da artmazken isabetli bir öneri geldi Türk Yazarlar Derneği’nin Yönetim Kurulu’na. Prizrenli Suzi “Gazavatnamesi”nin kaleme alınışının beşyüzüncü yılı kaydedilmeli… Bu öneriye karşı koyan olur mu ? Yugoslavya’da Türkçe eser veren tüm yazarları bir araya getirmek, eserlerini tanıtmak, birbirine yardımcı olmak, aralarında dayanışma yapmak amacıyla kurulan Türk Yazarlar Derneği 1998 yılının etkinlikler programına Suzi ve Gazavatnamesi hakkında etkinliklerin yapılmasını öne aldı. Yurttan ve yurtdışından katılıp bildiri sunması için bilim adamlarına fırsat verilsin diye Uluslararası Suzi Sempozyumu düzenlemeye karar alındı. Gereken işlemler yapıldı. Sempozyumun düzenleneceği tarih saptandı. Niçin Suzi Sempozyumu? Suzi yaşadığı dönemin büyük şairlerindendir. 1455-1465 yılları arasında doğduğu tahim edilmektedir. 29 Ekim 1524 günü öldüğü biliniyor. Prizren’de kurduğu ve Suzi Camii olarak bilinen caminin bahçesinde bulunan türbede kardeşi Nehari’nin yanında yatmaktadır. Baş taş kitabesinde ölüm tarihi yazılmıştır. Kardeşi Nehari ise iki yıl önce ölmüştür. Nehari de şairdir. Eserleri vadır. Mihaloğlu Ali Bey’in savaşlarını anlatan Suzi’nin bu eseri Agâh Sırrı Levend’e göre “tam bir “gazavat-name karakterini taşımaktadır”. Tüm dizeleri onbir hecelidir ve beytler uyaklıdır. Heyecanlı olaylar şiirsel anlatılmaktadır. Eser edebi değerinden başka tarihimizin bir parçasının önemli bir yazılı kaynağıdır. Suzi, Prizren ve çevresinde bu türde ilk yazılı eser bırakmıştır. Türk döneminden kalma ilk yazılı belge ve evrak yine Prizrenli Suzi’nın 1513 yılında tasdıklanan vakfiyesidir. Buralarda ilk kütüphane açan yine Suzi’dir. Bugün bile bu kütüphaneye ait olan kimi kitaplar korunmaktadır. Suzi yaşadığı dönemde mektep açmış, müderislik yapmış, kurduğu mezcitte hocalık yapmış, hayrat olarak kurduğu çeşme, 79 köprü, açtığı kütüphane büyük bir hayırsever de olduğunu görüyoruz. Beşyüz yıl sonra bile Suzi’nin vâkıfından yararlanılmaktadır. Bu yörede doğmuş, yaşamış, vefat etmiş ve ölümsüz eser bırakmış Suzi’yi yaşatmak bizim borcumuz. Suzi’nin sahipsiz olmadığını göstermeliyiz. Suzi Türkçemizle eser yazmış, dinimizi açıklayarak tanıtmış. Ardına ulusal kültürümüzün bir parçası olan mimarimiz özelliğinde eserler bırakmış. Tüm bunları değerlendirmemiz gerekiyor. Suzi’yi her açıdan araştırmak, incelemek amacıyla Ulusal bir Sempozyumun düzenlenmesi uygun bulunmuştur. Aslında Suzi tek bir sempozyumla her yanlı incelenemez. Kişiliği, edebi yaratıcılığı, hayırseverliği, Türkçesi, felsefesi, sanat anlayışı, bıraktığı vakıf eserleri ve benzer özellikleri ve yönleri üzerinde araştırmalar, incelemeler yapılabilir ki bunlar birkaç bilimsel toplantının yapılmasını gerektirir. Farsça bir sözcük olan Suzi aşk ateşiyle yanan anlamına gelen şairin mahlasıdır. Asıl adı Mehmed’tir. Babasının adı Mahmud’tur.Zerrin, Pürzerini, Mevlana, Molla, Çelebi, Evliya olarak da bilinmektedir. Ayşe adında bir kızı olduğu, Nehari ve Sa’yi adında şair olan kardeşlerinin varolduğu bilinmektedir. Bunlar Suzi hakkında yeni bilgileri getirecek olan çalışma konularıdır. Nevarki Türk Yazarlar Derneği’nin Suzi Sempozyumunu hazırlamak Kurulu Kosova’da ki bileşik durum yüzünden Sempozyum yerine birgünlük Suzi’yi anma töreni düzenlemeye karar aldı. 10 Ekim günü Prizren Kültür Evi’nin Büyük Salonunda düzenlenecek olan bu törenli toplantının iki bölümden oluşması kararlaştırıldı. Birinci bölümde Törenli toplantının açış konuşması ve selamlama konuşmaları yaplacak, ikinci bölümde ise bilim adamların Suzi hakkında bildirileri sunulacaktır. Suzi’nin sadece Sempozyum gibi bilimsel toplantılarla yaşatılamayacağını biliyoruz. Ancak bilim toplantılarda çeşitli görüşler ileri sürülecek ki bunların değerlendirilmesi yapılınca Suzi için nelerin hen hayırlı çalışma olacağı sonucuna varılacaktır. Bugün Prizren’de bir Suzi müzesinin, Suzi adını taşıyan sokağın, okul veya başka bir devlet kuruluşun olmayışı hiçbir çeşit özürlenemez. Hele sadece Suzi’nin kabrindeki baş taşın devlet koruması altında oluşuna anlam veremiyoruz. Suzi kabri yanında kardeşi şair Nehari’nin de baş taşı kştabelş’dir, türbe duvarlarının, cami binasının, cami bahçesindeki mezarların, kitabeli ve taş oymalı mezar taşların hem tarih hem de sanat açısından üstün değerleri vadır. Ya Suzi’nin yaptırdığı mekteb binası, kütüphane, çeşmesi, taşköprüsü hangi sebeplerden devlet koruması altına alınmamış? Bu dikatsızlık değil, ulusal kültürümüze, tarihimize saygısızlıktır. 80 81 82 TESKİRELERDE SUZİ 1.Âşık Çelebi (1520 Prizren’de doğdu –1572 Üsküp’te öldü) “Meşair-u Şuara”sında: SUZİ: Şehr-i Prizrendendür Sühtelügi zemanında birader-i büzürgteri Nehari ile Remzi Çelebi-i merhum ki yerinde mezkur olur ikisi dersde ve kadi Mahmud oglı Ömer Çelebi ki ‘aşrınun husn ü şüret ile bi-naziri ve lutf-ı tab’ ile dil-peziri imiş anun ‘ışkında şerik imişler. Kaza-yı İlahi ‘Ömer Çelebinün gül-i ömrin şarşar-ı ecel berbad ider bülbülleri her küşede yuvalanup feryad ider. Remzi Çelebi tiryak-ı şugl-ı ‘ilm zehr-i kahr-ı dehre deva bulur. Suzi-i miskinun ateşi temkin bulmadugı cihetden seyl-ab-ı sirişk-i dide-i nemgin ile teskin bulmaz ve dağ-ı hasret ve zahm-ı fırkati penbe-i evrak-ı kitab ve fitil-i hame-i kitabet ile onulmaz. Mecmu’a-i ‘aklı ber-vech ile perişan olur ki yıllarla cehd idüp bir yire diremez. Hutut-ı huzuz-ı ‘ilm ve şugl saha’if-i kalbinden ab-ı hicran ile bir mertebe yoyulur ki artuk hatt yazılmaga kabiliyyet kalmaz ve ayinei idrakın jeng-i gam öyle mükedder ider ki min ba’d ‘arus-ı mutala’a cilveger olmaga şüret virmez. Rumiline gidüp tarikden feragat ider evlenup 1 murg-ı hatının giriftar-ı dam-ı keşret ider. Bakıyye-i 'ömrin Mihaloğulları ‘Ali Beg-ü Mehmed Beg hidmetlerinde geçirür anlarun gazavatın bahr-ı remelden silk-i beyana getirür ahir yine şehrinde ahirete gider cihan kime vefa itdi ki ana ider. ‘Ömer Çelebi hakkında didügi mersiyedendür. Beyt: Tabutun ayağı yire basmazsa tan mıdur Koynına girdi sencileyin nazenin cevan. Ba’dehü Mehemmed nam bir kabil oglı fevt olup anun hakkında dahı mersiye dimişdür ve Ömer Çelebi hakkında bu gazeli dimişdür. Bahar irişdi devr-i bade geldi Gül ü nergis mübarek bade geldi Vefa berginden ihsan mivesinden 83 Benüm servüm ‘aceb azade geldi Huruş-ı ra’d sanman bu sadayı Ki ahumdan felek feryada geldi Eger Suzinun ‘alemde bir beyti olmazsa bu gazel ana eşer olmak kafidur ki her beyti ma’murdur. Gazel: Serv kaddün dikmesidür şah-ı gül gülzarda Eşkümün perverdesidür laleler kühsarda Ya gönül sinemde mihrun sakladı agyardan Ya örümcek perde çekdi Ahmed üzre garda Vasl-ı dil berdür hemin dünya meta’ından garaz Yogsa ‘ışk ehli ne aldı satdı bu bazarda Çin ü Maçüne gidenler geldi hep sağ u esen Bu benüm avare gönlüm kaldı zülf-i yarda Halk-ı ‘alem müşkilin müfti nice hall eylesün Kim gözi evrakda ruh-ı dildarda Mahlas beytin bu iki vech ile yazılmış gördüm biri budur ki Beyt : Süzinun ma’nada rüşendür güneşden her sözi Gerçi kemdür şureta kim zerreden mikdarda Ve biri dahı vech iledür ki Beyt : Dud-ı ahı Süzi-i dil hastenün ruz-ı ezel Micmer-i eflake zencir oldı bezm-i yarda LATİFİ TESKİRESİ Üsküp yakınlarndaki Prizren adlı kasabadandr. Öğrenimini bırakp nakşibendi tarikatına girmiş ve Nakşibendî Suzi lakabıyla şöhret bulmuş, derviş yaradılışlı, marifet sahibi bir kişiydi. Bu da temiz ve etkileyici şiirleriyle şairlerin makbullerinden ve Osmanlı şairlerinin övgüye layık olanlarndandr. Bu matla onundur. 84 Matla: Lebun sun kim hatım geldi demek cana cevab olmaz Ki Hızra ab-ı hayvan içmege zulmet hicab olmaz “Dudağını bana sun, sakalım çıktı mazeretini de bırak, Hızır’a bengisu içmesi için karanlık perde olmaz” Bu şiir de merhum Necati’ye nazire olarak yazılmıştır. Halk-ı ‘alem müşkilin müfti nice hal eylesün Kim gözi evrakdan gönli ruh-ı dildarda Mahlas beytin bu iki vech ile yazılmış gördüm biri budur ki Beyt: Süzinün ma’nada rüşendür güneşden her sözi Gerçi kemdür şüreta kim zerreden mikdarda Ve biri dahi vech iledür ki Beyt: Dud-ı ahı Suzi-ı dil hastenün rüz-ı ezel Micmer-ı eflake zencir oldı bezm-i yarda BURSALI MEHMET TAHİR EFENDİ: OSMANLI MÜELİFLERİ (1299-19159 SUZİ-İ PREZERENİ “SUZİ-İ NAKŞİBENDİ” Âlim şairlerden olup Perzerin’lidir. İlmiye meslekini terk ederek Gazi Mihal Bey Oğlu Ali ve Muhammed Beyler’in maiyetinde bulundu. Bunların gazalarını mesnevi tarzında onbeş bin beyitle “Remel Bahr”ında manzum olarak yazmıştır. Başka şiirleri de vardır. Eserleri matbu’ değildir. Matbu’ Suzi Divanı Şeyh Şemseddin Sivasi torunlarından Ahmed Suzi Efendi’ nindir. Beyitlerinden: Mahabbet şem’ini cana delil et Dil-i suzanı ol şem’a fitil et. * Bulunmaz şimdi bir safi derun-yar Meğer abın kim anda nazar var. Perzerin’de yaptırmış olduğu camiin avlusunda medfundur. Yetim hakkı yiyen bir kaadiye hitaben yazdığı manzume aşağıdadır: 85 KÜNHÜ’L-AHBAR’IN TESKİRE KISMINDAN SUZİ: Ehl-i sülük-ı nakşibendiyyedendür. Ve kasaba-i Prizrende mütevellid olup Mihaloğlı ‘Ali Begle ekser-i gazavatında bile bulınmış hatta ba’zısını teşbihat-ı renginle nazmına koymışdur. Bu ebyat anlarundur. Nazmuhu Seher vaktinde çün Zal-ı zamane Giyindi vü kuşandı Rüstemane Güneş tığ u (Hk.514b) ‘utarit tutdı ‘Ali Beg rezm içün hengame tutdı. Ve bir kadi ile ba’zı macerası olup bu ebyatı diyüp Sultan Selim Hana virmişdür. Ol kadinun ‘azline sebep olup evza’-ı na-hem ,varını tahkika irgürmişdür. .............................................................. Gazelinden: Hakka serapa matbu’u bi-hemta gazeldür. 10 HEŞT- BEHİŞ'TE GÖRE: Mevlana Suzi ilimle uğraşırken vazgeçti. Rumeliden, Prizren adlı kasabadandır. Hoş tabiatlı, şiir söylemeye kadir, zihni pak şair. Mihal oğlu Ali Bey'in yaptığı savaşları nazım ederek onbin beyitlik bir kitap meydana getirmiştir. Tabiatının kusursuzluğu ziyade, kendisi pervasız, serbest, şiiri latif, çok zarif ve cömert kişidir. Bu beyitler onun şiirlerindendir: Serv kaddün dikmesidür şah-ı gül gülzarda Eşkimün perverdesidür laleler kühsarda Vesl-ı dilberdür hemen dünya meta'ından garaz Toksa aşk ehli ne aldı bu bazarda 10 Dr. Mustafa İsen, Künhü’l – Ahbar’a göre Yugoslavya sınırları içinde doğan şairler “ Çevren” sayı 38, s.59 1983 Priştine. 86 (Gül bahçesindeki güllerin şahı senin servi boyunun dikmesidir Dağdaki laleler ise benim gözyaşımın yetirştirmesidir. Dünyada insanın eline geçen en değerli şey bu dünyada edilmesi amaçlanan nesne sevgiliye kavuşmadır yoksa şklar dünya pazarında başka ne aldı satdı)11 FRANZ BABİNGER'E GÖRE: Suzi (Mahlas olması muhtemel) Çelebi Prizrend'lidir ve Mihaloğlu Ali ve Mehmed Beylerin kâtibi idi. II. Bayezid zamanında yaşadı ve şiir ile uğraştı. On beş bin beytinde Osmanlı Devletinin en eski ve asıl akıncı başbuğu ailelerinden olan meşhur Mihaloğlu ailesinden Ali Beyin yaptıklarını terennüm etti. YAZMALAR: Bulunamamıştır. KAYNAKLAR: Sehi Tezkiresi, 112; Latifi tezkiresi, 194 v.d; Kınalızade, tezkire, SO, III, 114; GOR, III, 466; GOD, I, 246; OM.II. 231.12 Suzi Camii kabristanında kitabeli mezar taşlar 11 Dr. Mustafa İsen HEŞT- BEHİŞ’te göre YugoslavyA SINIRLARI İÇİNDE DOĞAN ŞAİRLER “Çevren” Sayı 32, s.52, Aralık 1981, Priştine 12 Franz Babinger Osmanlı tarih yazarları çev. Dr. Coşkun Üçok, 1992, İistanbul. 87 PROF.DR. MUSTAFA İSEN’E GÖRE: Suzi Çelebi (Ö.1524) Prizren’de doğdu. Kaynaklar, doğum ve ölüm tarihini belirtmezler. Ancak bu konuda esaslı incelemelerde bulunan Sırp tarihci Olesnicki’nin Prizren’deki Suzi Çelebi’ye ait türbe kitabesine dayanarak verdiği bilgilere göre asıl adı Mehmet’dir. Mahmud adlı birinin oğludur. Dedesi Abdullah adını taşımaktadır. Ölüm tarihi de 931 / 1524’tür. Suzi Çelebi, ilköğrenimini doğum yeri Prizren’de yaptı. Bir ara tahsilini yarım bırakıp Nakşibndi tarikatine girdi. Nakşibendî Suzi diye tanındı. Sonra Rumeli’ne gitti. Miğaloğlu Ali Bey’in yanında uzun zaman kaldı. Onun savaşlarını manzum olarak kaleme aldı. Ölümünden sonra bir müddet oğlu Mehmet Bey’in yanında bulundu. Sonra buradan ayrılarak memleketi Prizren’e döndü. Burada İlyas Hoca Mahallesi’nde Bistriça suyu kenarında bir mescit ile medrese yaptırdı. Ömrünün sonuna kadar kendi mescidinde imamlık ve müezzinlik, medresesinde de öğretmenlik yaptı. Suzi Çelebi, Yavuz Sultan Selim tarafından 1512-1520 tarihli “temlikname” ile kendisine verilen yakınlarındaki Grajdanik Çiftliği’ni, bu mescit ile medresesinin yönetimi için vakfetti; bu vakfiyeden, Ayşe adında bir kızı olduğu ve malının bir bölümünü ona bağışladığı anlaşılmaktadır. Söylentiye göre, Suzi Çelebi’nin Nehari mahlaslı Ramazan adında bir de kardeşi vardır. Her ikisinin mezarı mescidin yakınındaki bahçede gömülüdür.13 MESNEVİ Gazavat-name’den (Büyük Türk Klasikleri, c.III, s. 236) Mefaülün Mefaülüm Faülüm 1. Seher vaktinde kim Zal-i zemane Giyindi vü tonandı Rüstemane 1. Seher vaktinde, zemanın, Zali, Rüstem gibi giyinip kuşandı (Zal, İran'ın milli kahramanlarından olup yine beyitte adı geçen Rüstem'in babasıdır). 2. Takındı hançerin mirrih-i devran 13 Türkiye dışındaki Türk edebiyatları antolojisi, Makedonya Yugoslavya (Kosova) Türk edebiyatı, 7. cilt, T.C. Kültür Bakanlığı, 1997 Ankara. 88 Kuşandı tigını hurşid-i rahşan 2. Kainatın Merih'i, hançerin takınıp parlak bir güneş gibi kılıcını kuşandı. 3. Getürdi asman altunlu sancak Şafak çekdi ufukdan al bayrak 3. Gökyüzü ona bir altın rengi sancak getirdi, şafak da ufuktan al bayrak çekti. 4. Alem çekdi revan ol Şah-ı gazi Yanınca Kaf-kudret Şah-bazı 4. O gaziler şahı yanında Kafdağı gibi güçlü yiğit erleri olduğu halde dalgalanan bayraklarını çekip yola düzüldü 5. Kadem basdı yola ser-bazlarla Bu yolda can veren şeh—bazlarla 5. Yiğit askerleriyle, bu yolda can vermeye hazır cesur adamlarıyla yol koyuldu. 6. Kızıl bayraklarun aksinden ol yol Pür oldı ergavan u lale vü gül 6. Geçtikleri yol kırmızı bayrakların yansımasıyla erguvan,lale ve gül bahçesi Gibi oldu. 7. Çü bayraklar içinde rayet-i zer Şafakda mihr-i alem-taba benzer 7. Bu bayrakların içindeki san renkli sancak tıpkı şafakta parlayan güneşe Benzemektedir. 89 8. Yahud bir servdür tavus-cevlan Kim olmış lalezar içrehıraman 8. Ya da tavus gibi lale bahçesi içinde böbürlenerek dolaşan bir servi ağacını andırmaktadır. 9. Sünü bir sev-kad dilberdür elhak Saçı pürçek yanağı al bayrak 9. Doğrusu kargı al bayrağı andıran yanağı üzerine zülüfleri dökülmüş bir Dilbere benzemektedir. 10. Siper tutmuş nigar-ı gül-izara Çeker şevkıla her gazi kinara 10. Gaziler, sanki büyük bir arzuyla gül yanakları kucaklayacakmış gibi siper Tutulmuşlar. 11. Yedildi önlerince ol yedekler Ki gerdine erişmezdi felekler. 11. Ayaklarının tozuna feleklerin bile Yetişemeyeceği yedekler öne Sürüldü. 12. Örüsi asmanun sebze-zarı Suvadı aftabun çeşme-sarı 12. Otlaklar, gökyüzünün sebze bahçeleri şu gülücükleri ise güneşin çeşmeleridir. 13. Eğerçi fikre olmaz hem-ser eflak Veli anlara ermez fikr-i çalak 13. Her ne kadar feleklere düşünce ayak uyduramazsa da onlara süratli düşünceler de yetişmez. 14. Yürür sag u solında fethe ü nusret Gider kollu kolında ehl-i şevket 90 14. Sağında solunda fethi ve zafer, iki yanında da ululuk sahipleri gidiyordu. 15. Rical-i gayb erüp aldı kafadar Gerek bu leşkere ol resme dümdar 15. Gayb erenleri onlara yetişip, bu askere moral veren arkadaşlar oldu. 16. Yedi kat yer hevaye ağsa düpdüz Bu leşker üzre kondurmaz idi toz 16. Yedi kat yer bütünüyle göğe yükselse yine de bu askerin üzerine bir toz bile konduramaz. Sozi Mahallesi 91 ÖNCEKİ ÇALIŞMALAR XV-XVI. YÜZYIL ŞAİR-TARİHCİ ÇELEBİ’NİN ÖZGEÇMİŞİ14 PRİZRENLİ SUZİ Aleksije Olesnicki, Zagreb XV yy. ikinci yarısında Yugoslavların yerleşmiş olduğu güneydeoğu Avrupa’ya yayılması hakkında incelikli bilgi verecek Osmanlı tarihi o dönemin yazarları tarafından yazılmış eserlerle fakirdir. D-F Babinger’in Die Geschiv der Osmanen u ıhre Werke, Leipsig, 1927 geniş kapsamlı eserini incelerken çahdaş Tür tarihcilerinden sadece Sebai ve Suzi Çelebi özellikle Balkanlı Slavların başlarından geçen ve kaderlerini tayin eden olayları yazmıştır. Drinopol doğumlu olan Sebai Hayruddin Çelebi, büyük vezir Koca Davut Paşa’nın (904/1498 de öldü) Bosna seferlerini 5000 beyitle anlattı. Prizden doğumlu olan Suzi Çelebi, ünlü Türk komutanı ve yiğiidi, Yugoslav milletlerinin tarihinde karayazı ve namı kötü bilinen Mihaloğlu Ali Bey’in kahramanlıklarını 15000 beyitle anlattı. Birkaç yıl önce, Babinger’in adı geçen kitabının yayımlandığı yıllarda bu iki yazarın bilim dünyasında izsiz kayboldukları sanılıyordu. 1929 yılında aynı dönemde Zagrep’te Yugoslavya Akademisi ve Berlin’de Prenssische Staatsbibliothek doğu dilleri bölümüne Suzi Çelebi’nin büyük eserini temin etmişlerdir. Zagreb bölümünün elyazması Yugoslavya Akademisinin İslam yazmaları bölümünde 5351/1 sayısıyla kayıtlıdır, Berlin yazması Prenssische Staatsbibliothek’te Ms.or.gu-1468 sayı olarak kayıtlıdır. Bundan başka 14 “Glasnik Skopskog Naucnog Drustva” Üsküp, 1934 yılı. 92 Yugoslav Akademisi Berlin yazmasının fotokopisini de temin ederek Zagreb’in İslam yazmaları bölümünde 1131 sayı olarak kayıtlıdır. Bu iki yazma bölümünü dikkatle incelerken ve bu iki yazma üzerinde bilimsel çalışma yaparken çevirilerini hazırlarken, çok kymetli ve Yugoslavya tarihi için önemli olan müelifin bilim dünyasında az bilinen yaşam öyküsünü genişletmeye arzuladım. Asıl bu amaçla 1930 yılında Suzi’nin memleketi Prizren’e gidip yerinde bilgi edinmek istedim. Şansım vardı ki Prizren’de bizim şairin kurduğu ve bugün bile “Suzi” veya “Sozi” adını taşıyan camii buldum. Caminin yanında yarısına kadar yıkılmış türbeyi ve orada şairin mezarını gördüm. Yarısı aşınmış mezar taşının kitabesini zorlanarak okudum. Suzi camii imamı Hafız Kemal efendi ile tanıştım, onun cana yakın olması sayesinde İstanbul’da XVII. Ve XVIII. Yüzyılda yazılmış şairin vakıfnamesini ve birkaç resmi vesikayı görebildim. Bu vesikalar Suzi’nin vakfettiği taşınmazlara aitti ve bunların sayesiyle asıl adını öğrendim, Suzi şairin mahlası olduğunu tespit ettim. İtiraf etmeliyim ki Kemal Efendi ilkin kuşkuluydu. Şairin türbesini ve mezarını gösterdi, ama şair hakkında her hangi bir evrakın veya anmalığın bulunduğunu kabul etmedi. Tanışmamızdan ancak ücüncü veya dördüncü gün sonra ipek bezle sarılı olan yukarıda belirtilen evrakları gösterdi. Onun bu teredütü ve dikkatle davranışı vakıfnamenin ilerdeki kaderi ile ilgili olabilir. Cami arazisinin sahipliğini düzenleyen vakfiyenin ve evrakların satılması hiç söz konusu olamadı ve olamazdı bile. İmamın bana karşı tavrını değiştirmesi Suzi’ye karşı olan ilgimi, eserleri ve hakkında yazdığım oysa kendisinin bilmediği çalışmalarımı anlatmam neden oldu. Kendine şair olarak “Suzi” mahlasını benimseyen, Türk tarihi kaynaklarında Suzi çelebi olarak bilinen Mevlana Muhammed efendi İbn Mahmud Abdullah şimdi Vardar banlığında Prizren’de (Türkçe Perserin) doğdu. Türkler eski dönemde Prizden’i “Şairler kaynağı”, Priştine’yi “kâtipler yatağı” olarak sayarlardı. Bilinen şairlerin birçoğu ve bilinmeyenlerin büyük bir kısmı bu şehirde dünya yüzünü gördüler. 925/1518 yılında Prizren’de dünyaya gelen ve 979/1572 yılında vefat eden tarih yazarı, şair Âşık Mehmet Çelebi bin Ali “Tezkiret-uş-Şuara” eserinde şu rivayeti kaydetmiş: Prizren’de oğlu doğan her baba çocuğuna ad koyarken daha geçlerde kullanacağı mahlası da verir. Bu rivayet daha geçlerde Prizren’in en büyük şairlerinden ilki olan ve ondan sonra etkisinden yetişen şairlerin etkilendiği Suzi Çelebi dönemine de ait olmuştur. Rivayetlere göre Suzi şair olan ve “Nehari” (Akgün, “Gün gibi kutsal”) mahlasıyla bilinen Ramadan efendinin kardeşidir. 93 Suzi’nin doğum tarihi, aslı ve miliyeti hakkında elimizde bir belge bulunmuyor ve bu yüzden edebi eserine dayanarak ve tarihi olguları karşılaştırarak sadece bir şeyler tahmin edebilmekle yetinebiliriz. Türkler Prizden’i 20 Haziran 1455 günü ele geçirdiler. Suzi’nin ailesi buraya yerleşen Türkler ise, şehirin Türkler tarafından fethedilmesinden sonra dünyana gelmiştir. Ama şairin ailesi buranın yerlilerinden ise o zaman Slav veya tamamen Sırp asıllıdır. Bunu dedesinin Abdullah (Allah’ın kulu) adı olması kanıtlıyor. Türkleşenler bu adı veya benzer adları kendilerine benimseyerek İslam dinini kabul edip hristiyan dininden çıktıklarını belirtikleri biliniyor. Okuduğum mezardaki baş taşı kitabesine göre Suzi Çelebi 931/ 29 ekim 1924 günü dünyana gelmiş. Prizrenliler Suzi’nin kâfirlerle savaşırken öldüğünü söylüyorlar. Prizden’den birkaç kilometre uzakta Suzi’nin şehit olduğu bir mağara bulunuyor. Önceleri Prizren Müslümanları bu yeri ziyaret eder ve o gün kayalık önünde mum yakarlarmış. Bu rivayete göre Suzi yaşı ilerlemeden ölmüş olduğu görüşe varılabilir, çünkü halen Mihaloğlu Ali Bey’in cihadına (gazalarına ) katılabilme gücü vardı ( 148 ve 149 beyit yarı 7 b, 8-9): .... (ünlü) Mihaloğlu Ali Bey döneminde / savaşları sırasında başgösteren büyük olaylar/gördüklerinin (şahsen Suzi’nin) ve duyduklarının (başklarından) hepsini anlat/ yücelt ( Ali Bey güneş gibi .... Suzi sadece gözleri önünde olagelen olayları değil, Ali Bey’in yanına gelmeden önce de duyduğu olayaları anlatacağını bildiriyor. Elimizdeki bu yazmalara göre Suzi’nin ne zaman Ali Be’in yanına geldiğini ve kaderini buna bağladığını tespit edemiyoruz. Bu dönemi dolaylı bir şekilde şu beylerden tahim edebiliriz: Ali Bey’in Ulah Banı /Hlag) ‘nın kızı Meryem (Marija) ile olan aşkını ki bu aşk evliliğe götürdüğünü Suzi (123. yar. 4b,9 ve 1127. yar. 47 a,l beyte) yazmaktadır. ...... gerçek olayları her yerde anlatan ve inandırıcı olan biri anlattı... bu aşk yaşantılarını başkalarından duyduğu gibi anlatıyor. Ali beyin evlenme olayı gerçekten Suzi’nin Ali Beyin yanına gelmesinden önce olmuştur. Meryem’in kişiliği de ayan değil. Meryem Fatih Mehmet tarafından Ulah tahtına getirtilen (1462-73) Ulahların voyvodası Radula’nın kızı olabilir. Suzi için en iyi fırsat henüz genç iken 1480 ve 1490 yıllarında Mihaloğlu Ali Bey’in sarayına girmesidir. Şiirinde bu gençliğini kanı kaynayan yiğit, atı ve kılıcı ile heyecan dolu olduğunu dile getirmektedir. 94 Suzi’nin doğum yılına gelince bütün belirsizliklere rağmen 14551465 yılları arasında doğduğunu ileri sürmemizle belki yanlış yapmış olmayız. Suzi derviş ve tasavvufçu olarak belli bir eğitim de gördü. Eseri tasavuf doludur. Prizren’de bunun için kanıt bulamadım Şimde Prizden’de bu tarikate ait tekke yoktur. Suzi o dönemde başarılı bir eğitim gördü. Türkçe ve Arapça dillerinden başka Farsça’yı da çok iyi biliyordu. Bu eğitimi nerede gördü. Eğitiminin tamamını Prizden’de görmedi, çünkü Prizden henüz fethedilmişti, devşirme olarak Drinopole’ye veya İstanbul’a gönderildiği ve yeteneklerinin orada görüldüğü olabilir. Suzi çok defa İslam tasavvuf edebiyatçısı Korifey’i aktarmaktadır. O’nun eserlerini aslından incelemiş. Farsın tasavufları Suzi’nin kurtulamadığı etkisi altında kaldı. Bununla kıyasen çok defa Suzi eserine Yugoslav rengini katan eğilimini eserinde ortaya atmıştır. Bu ise Suzi’nin Yugoslav asıllı olduğuna dair kanıt olarak kullanılabilir. Örneğin Mihaloğlu Ali bey 1460 yılının kış mevsiminde Macar ordusunun yenildiği Bezazis savaşı arifesinde Drim üzerinden geçişi Suzi (858-896 fol. 36 a, 36b, 37a ve 37b beyitlerinde) çok canlı ve büyük bir yetenekle anlatıyor. Tuna’nın güzelliği ve görkemli görünüşü için dua ediyor. Ali Bey ve güzel Tuna arasında hakiiki münakaşa yapılıyor Tuna başkaları için fethedilemeyen bir kader, durdurulamaz olan Ali Bey’in önünde küçülüyor ve onunla insan dili ile konuşur oluyor. Tuna’yı betimlerken şairin vatanın nehrini nasıl sevdiğini ve onunla gurulandığını gösteriyor. İkinci şiir oluşumunu oluşturan Ali Bey’in Meryem ile aşk yaşantıları şairin Sırp asıllı ve görüşlü olduğu dile geliyor. Burada hakiki Müslüman için doğal olmayan özgün bir görüşü oluşturuyor ( 1236-1239 ve 1257-1287, fol.52 a, 52b, 53a ve 53 b beyitler) Suzi’nin anlattığına göre Meryem güvenilir arkadaşı Banu ile eski Hıristiyan manastırında dua etmeye gidiyor. O Allah’a dua etmek için manastıra giriyor ve kilise duvarlarında değişik Türk komutanlarının ve yiğitlerinin portrelerini görüyor. Suzi’nin hayaline göre Türklerde büyük bir yiğit belirdiği zaman rahipler onun portresini manastır ve kilise duvarına çizerler. Bu yüzden kilisenin duvarlarında Malkoç Amed bey Evrenos’un, Ömer beyoğlunun ve sonunda Mihaloğlu Ali bey’in portreleri vardı. Başka sözlerle dinci rahipler binlerce Hıristiyanı çldüren ve kiliseleri yıkıp camiye dönüştüren Fatih Mehmettin birçok yiğit savaşçısını kendi manastırlarının duvarlarında ebedileştirmek amacıyla portlerini çizdiler. Meryem Ali Bey’in resmini görünce ona delice aşık oluyor. Bütün bu hayal iki ayrı dünyanı birleştirmek için şaire gerekiyordu. 95 Şairin bu ülküsü oldukça acayip ve ilginçtir. Mülümanların Hristiyan mabetlerindeki resimleri fikiryaratma dır dır, her uyarıya mahsustur ve şeytan işi olarak yok olmasına aittir. Ama Suzi için bu resimlerin tarihi değeri vardır. O belki Prizren’de, Deçan’da, İpekte, Mileşevo’da veya başka yerlerde kilise duvarlarında eski Sırp hükümdarlarının, vakıf kurucularının bugün de yücelikleriyle, güzellikleriyle seyirciyi etkileyen resimlerini gördü? Suzi hiç kuşkusuz aşkla ve gizemli “cananla” yanan inançlı Müslümandı. Allah için heran başını vermeye hazır olmasına rağmen İslam manasında gizemli hayala da yer veriyordu. Suzi sadece gizemli bir derviş değildi, Banoviç Strahinya’ya sunulmuş Sırp halk türküsündeki derviş gibi yiğit bir asker de idi. O bir delikanlı olarak Ali Bey’in savaşlarına katılmış, bilgi ve yetenekleriyle onun katibi olmuştur. Ali Bey’in kişiliği Türk tarihi için büyük önem taşıdığı için ve Yugoslav ülkelerinin tarihleri için karar verici olduğu için en incelikleriyle tespit edilmelidir. Bugüne kadar bu önemli komutanın hayatı ve eseri batıda ve doğuda gerektiği kadar araştırılmadı. Mihaloğlu kabilesini yazan İzmit mütesarifi Muzhet Mehmet Paşa’nın yazdığı Ahval-i Gazi Michal adlı küçük bir eserinden başka bu yiğit hakkında çalışma yapılmamıştır. Bunun nedeni bu tür çalışmayı yapmak için gereken malzemenin olmayışıdır. Şimdi Suzi’nin eserinden bir bölüm elyazmanın bulunmasıyla bu işi az çok başarılı bir biçimde yapmak için olanak vardır ve bu çalışma bu büyük eserin tamamanın bulunmasıyla bütünlük kazanmış olur. Batı Avrupa bilimi Hammer’e dayanarak Ali Bey’in 1492 yılında Belyak ( komutan Rudolg Kevenhler veya Leonards Kolovin tarafından Koruşka’daki Villah’da) yakınlığında öldürüldüğünü biliyor. Hatta bile Ali Bey’in ölümü ile ilgili şu incelikler de ileri sürülüyor: Savaşı kaybettiği için Ali Bey kaçarken sağ kalçasından tüfek fişeğinden yaralanmış ve atttan düşmüşNikola Rauber adında biri esir almak istemiş ama o handa Ali Bey can vermiş. Bugün Nuzhet Mehmet Paşa’nın ve Duzi’nin araştırmaları sonucu Ali Bey’in Belyak civarında ölmediğini, ancak onbeş yıl sonra 913-1507 yılında Bulgaristan’da Plevne’de yaşı epey ilerlemiş olduğu zaman öldüğünü ve burada inşa ettiği caminin yanındaki türbesinde gömülü olduğunu biliyoruz. Ali Bey’in adının halk arasında ölüm korkusu yarattığı için ahaliyi az olsa da sakinleştirmek amacıyla Ali Bey’in ölümü Alman komutanlığı tarafından uydurularak duyurtulmuştu. Ali Bey’in ölümü ile ilgilib Buna benzer yalanlar halk tarafında daha önce de yaygındı. XVI. Yüzyılın başlarında bir Sırp menkıbe yazarı da 1476 96 yılında olagelen Bezasis yakınlığındaki savaşta Ali Bey’in Dimitriye Yakşiç tarafından öldürüldüğünü yazmış. Ali Bey’i bilmemiz için onun savaş arkadaşı olan Suzi Çelebi’nin kişiliğini de aydınlatmamız gerekiyor. Yorgo’nun “herşeyi yapabilen” kişi olarak tarif ettiği Mihaloğlu Ali Bey XV. yy. ikinci yarısında sıralı akıncıları oluşturmayan Rumeli akıncılarının başkomutanı idi ve Osmanlı devletinin kuzeybatı sınırlarını savunup genişletiyordu. Senede birkaç defa binlerce akıncısı ile komşu ülkeleri demokratikleştirme amacıyla akınlar düzenleyip köy ve kasabaları basıp yakıp talan ediyordu ve ganimetlerle ve binlerce esir ile geri dönüyordu. Sadece akıncılar maaş almıyordu, düzenledikleri akınlar sırasında elde ettikleri ganimetler onlara aitti. Bu ganimetler bazan o kadar kıymetliydi ki fakir hemen zengin olabiliyordu. Dünkü dilenci, yoksul birden bire zengin olabiliyordu. Akincinin aşırı bir yiğitliğe sahip olması, komuta tamamen sadık olması ve tek tanrı için hayatını vermeye hazır olması gerekiyordu. Madi ve hayat olanakları ve çıkarlar karışınca din ve maneviyatta birleşiyordu. Yağmalamak, öldürmek, soymak, elde etmek ve zenginleşmek hak dininin yalılması ve ruhun kurtarılması için kullanılıyordu. Akıncılığa ilginin büyük olması ve ruhların beslenmesi uarika değildir. Ali Bey ve askeri çok kere ölüm kalım mücadelesi vererek gömleksiz, ayakkabsız ve yeryüzünün nimetlerinden yoksun olarak din uğruna ölümle yüzyüzeydi. İşte Suzi akıncıları (1371 fol.57b beyitlerinde) nasıl anlatıyor: ...Onlardan biri (akıncı) beyzade, iyi huylu, varlıklı, İkincisi (adi) derviş, Allaha emanet olmuş, feragat etmeye nasihat almış. Her taraftan kendine bu askerleri topladı.... ve devamla ( 192. fol. 9a, 13. beyitlerinde): ... Ve yemek verildiği zaman akıncılara: Genellikle yetmiş iki millet yemeğe katılırdı... İşte demir gücüyle zapt edilen böyle çokuluslu ortama katılmıştı Suzi. Kendisinde bu iki bile özellik kaynaşmıştı: bu geçici dünyada olana büyük değişmelerden korkusuz yiğitlik ve dini heyecan. Şimdi o kılıcı ve atı ile heyecana kapılıyor ( 1050. fol. 44a, 3 ve Z..., 201, fol. 18b, 7 beyitleri): ... Benim gibi tabakalı kılıç yoktur, Benim atım gibi ayakları rüzgar olan at yoktur... Sonra yine de bu dünyanın geçici olduğunu kendini ve arkadaşlarını uyarıyor. ( 1052-53. fol.143b, 3-9 ve Z. 201-202, fol.8a, 14 beyitleri). Ey can bizi kırmızı gül tomruğu olarak görme, bu kara toprak senin son durağındır 97 sen ki atlas şalvarla gururlanırsın cesedin iki arşın beze sarılarak ahrete gidince. Suzi’ni,n hayatı bu koşullar altında da geçmiştir. İlkin Ali Bey’in yanında bulundu, onun ölümünden sonra babasının yerine akıncıların komutanı olan geçen Mehmet Bey’in yanında katip görevine devam etti. Mehmet Bey ile ilgili bilgiler azdır. Ehmet Bey’in 1514 yılında Sultan Selim I.nin İran ile yürüttüğü savaşa katıldığı ve 1517 yılında Bosna naibi olduğu ve 1520 yılında Hersek müttesarifi olduğu, Sultan Suleyman’ın 1521 yılında Belgrad seferinden önce Erdel ve Temişvar jupanlıklarındaki düşman güçlerini kırması için buraya akıncılarıyla görevlendirildiği ve 1531/32 yıllarında “Alman savaşında” bulunduğu biliniyor. Suzi, komutanı olan Ali Bey’i hayatta iken eseriyle ebedileştirmeye hedeflediği için, şiir biçiminde kâfirlere karşı gösterdiği bütün yiğitliklerini gazavatnamesine yazdı. Eserine bu yiğit hayatta iken başladı ve eserini onun ölümünden sonra tamamladı. Eserini Gazavat-name-i Ali Bey Mihaloğlu olarak adlandırdı. Belirtiğimiz gibi bu eserin 15000 beyiti varmış. Ali Bey’in gazalarını Suzi Çelebi hayatının ikinci yarısını hasretmiştir. Mehmet Efendi “Suzi”yi kendine mahlas olarak benimsemiştir ve bunun anlamı aşk “ateşiyle” Allah uğruna yanandır. Bu mahlas onun maneviyatına ve gizemine uygundu. Suzi, Mihaloğlu Ali Bey’in hizmetinde ne kadar kaldı bilmiyoruz, ama imkânlara göre uzun kalmadı, çünkü 1513 yılında Suzi’nin Prizren’de olduğunu ve ömrünün son yıllarına kadar orada kaldığını görüyoruz. Zengin kafir ülkesinde görevi uzun sürmesine ve bütün sırları bilmesine rağmen Suzi hangi ganimetlerden ve bağışlardan mülkünü oluşturmaya biliyordu. Prizren’de merhum komutanı Ali Bey’i örnek alarak ruhunun selameti için İliyaz Koca’da Bistriça deresinin sahilinde uzun minareli ve bugüne kadar korunan oldukça görkemli bir cami inşa ettirdi. Caminin yanında, cami bahçesinin (şimdi mezarlık) köşesinde güney taraftan girişi olan müstakil muhalim-han (mektep binası) yaptırdı. Burada muhalim olarak Kuran okuttu. Camide Suzi imam hatipti ve müezzin olarak minareden ezanı okuyordu. Prizren’de onun tarikatına girmiş kalabalık müridi (öğrencisi) vardı ve “Mevlana Suzi” olarak adlandırılıyordu. Prizren’in batı çıkışında Grajdanik’te büyük bir çiftliği vardı. Ruhunun selameti için inşa ettirdiği caminin geleceğini düşünerek bakımı için bu malını ona vakfetti. Sultan Selim I. (1512-1520) şaire bu yer için temlikname verdi. 918/1513 yılında Suzi bugüne kadar 98 bölümlerle korunmuş olan vakfiyesini yaptırmış ve biz bu vakfiyenin aslını ve çevirisini yayımlıyoruz. Grajdanik çiftliğinin kazanç getirmesi için Prizrenlilerin anlattıklarına göre Bistriça suyunu getirip çiftlik arazisini sulamak için beş kilometre uzunluğunda hark (kanal) açtırmış. Camide vaaza önem vererek ve vakfın idaresini denetime almak amacıyla Suzi ölümünden sonra vakfının yönetimini de düzenleyerek camide imamın ve müezzinin görev görmesini, imamın muallimlik yapmasını, müezzinin de muallim yardımcılığını da yapmasını istemiş. Bu iki memerun emekleri için Grajdanik çiftliğinde elde edilen gelirin üçte ikisi verilecek. Üçte birini ise her yıl caminin ve muallim-hanın onarımı, bakımı ve mülkün korunması için harcanmalıdır. Sonunda caminin bulunduğu Suzi İliyaz Koca mahallesindeki müminlerin vakufnamenin tamamen icra edilmesini denetlemelerini istemektedir. Dört asır geçti ve Hafız Kemal’in söylediğine göre caminin şimdiki imamı bugün de vakfiyeyi tamamen icra etmekteymiş. Bu malın bir bölümünü kendisine bağışlayan Suzi’nin Ayşe adında bir kızının bulunduğunu vakfiyeden öğreniyoruz. Ölümüne kadar Suzi muallim, imam ve müezzin görevlerini yaptı. Cami yakınlığındaki evde oturdu, şark geleneklerine göre kamunun yararlanması için Suzi çeşmesi olarak bilinen bir çeşme yaptırdı. Savaşlardan ve çatışmalardan sağ çıkan Suzi Prizden civarında bir çatışma sırasında 931 / 29 ekim 1524 yılında “ölüm kadehini içti”. Hayatının en önemli eseri, yılların emeği, komutanının yiğitliğini gelecek nesillere aktaran ve sonunda yazdığı gibi imanlı asker sonunda mutluluğa kavuşur, hayatını gizemli cananın uğruna verdi. Çetin bir savaştan önce şair Ali Bey’in sözlerini boşuna aktarmadı : (968, fol.40b,2 beyit): ... Bize canan gerek, hayat neme lazım? O ezelden emanettir, bugün sahibine verelim... Şehid olan Suzi camisinin on beş metre ilerisinde iki yıl önce ölen Ramadan Efendi Nehari’nin yanında gömdüler. Rivayet ediliyor ki Nehari Suzi’nin öz kardeşidir, ama bu söylencenin gerçek olduğunu nerden bilelim? Bu iki mezar üzerinde kare şeklinde bakımsız bir türbe binası yapılmış. Uzunluğu 4,25 m, genişliği 2,65 m. Civarında ve duvarları 30 m. kalınlığındadır. Etrafı büyümüş ağaçlarla ve fundalarla sarılı, içinde otlar büyümüş olarak Suzi türbesi duruyor cami mezarlığında. Çatısı ve pencereleri sökülmüş. İki şair kardeşin 0,7o m yüksek yukarı giderek genişlenen, toprağa giren kısmı ise sivrileşen baştaşları bulunuyor. Suzi Çelebinin baş taşında bugünkü konuşmaya aktarılınca genellikle şöyle yazıyor: 99 O ebedidir! Burada merhum Prizrenli Suzi, yatmaktadır. Sene 931. Allahın merhameti onunla olsun. Türbenin kıble duvarında bir niş var ve orada iki şamdan bulunuyor. Prizrenli müslümanlar merhumun ruhi için orada mum yakıyorlar. Ama bu olay şimdi seyrek oluyor, geçmiş artık unutuluyor. Orada rastladığım İliyaz Koca mahalle sakini olduğunu söyleyen dedeye Suzi vakfiyesinde sizin mahalle sakinlerini vakıf eserleriyle ilgilenmenizi istediği için niçin türbenin üstünü örtmüyorsunuz sorunca, “bir kere örtük, ama yine çöktü, baba baş üstünde çatının olmasını istemiyor, mavi gökyüzünü seyretmek istiyor” cevabını verdi. Belki öyledir! Sadece o gerçekleri bilir! Devamında Suzi vakfiyesinin sonradan yazılmış, şahitlerin imzaları ve mahkeme onayı bulunmayan tam metnini çevirerek aktarıyorum.15 Vakfiye iki bölümden oluşur: Arapça olan giriş bölümü ve Türkçe olan vakfiyenin asıl metni. A.Olesniçki, Zagreb 15 Suzi vakfiyesinin aslı ve transkripsiyonu belgeler bölümünde yayımlandığı için A.Olesniçki’nin bu yazısına alınmadı. 100 SUZİ HASAN KALEŞİ Bistriça'nın sol sahilinde dispanzere yakın Suzi camii olarak bilinen Cami, önünde de aynı adla bilinen çeşme, az ilerde de Suzi köprüsü olarak bilinen bir köprü vardır. Bu eserlerin kurucusu olan Suzi tarih ve edebiyat alanında çok ilginç bir kişidir. Suzi hakkında ilk bilgileri onun döneminde yaşamış olan Kastamonlu Latifi «Tekiretu şşuara» (İstanbul 1314/1896) eserinde yazmışsa da Avrupa bilimine Suzi hakkında ilk bilgileri Hammer16 sunmuştur. Daha geçlerde Babinger temel eseri olan “Die Geschıchtschreiber der Osmanen und ihre Werke”17 eserinde hemen aynı bilgileri yazmıştır. Bunun nedeni Suzi hakkında tarihi bilgilerin olmayışında yatmaktadır, Türk edebiyat tarihçileri18 ve yeni tezkire yazarları hayatı ve eserleri hakkında çok az bilgi veriyorlar.19 Suzi de eserlerinde kendinden bahsetmiyor. Tezkirelerde çok sözü edilen Suzi’nin eserlerini incelemekte zorluk vardı çünkü 1929 yılına kadar eserinden bir örnek henüz bulunmamıştı. 1929 yılında Zagrep’te Yugoslav Akademisi ve Berlin’de Preussısche Staatabibliothek bu esere ait ve birbirini bütünleyen elyazma iki bölümü elde ettiler. Zagreb bölümü 217 ve Berlin bölümü 1688 beyittendir. Bu yazmalara dayanarak ve 1930 yılında Prizren’de yerinde inceleme yaparak Olesniçki sözü edilen eserinde Suzi’nin eseri ve hayatı hakkında geniş bilgi vermeye denedi. Suzi’nin çocukluğu hakkında Türk tarih ve edebiyat eserleri hemen hiç bilgi vermiyor. Hepsinde Prizrenli olduğu yazıyor, ama doğum tarihi, öğrenimi ve milliyeti hakkında hiç bilgi verilmiyor. Aslı ne olursa olsun o Prizrenlidir ve burada ömrünün bir bölümünü geçirmiş, orada vefat etmiştir. Bu yüzden Suzi bizler için ayrıca önem taşır. Uzun zaman asıl adı, babasının ve dedesinin adları bilinmiyordu. Babinger çok hisabetli olarak Suzi (yanan anlamında) şairin mahlası olduğunu belirtmiştir. Suzi’nin vakfiyesine dayanarak asıl adının Muhammed, babasının Mahmud ve dedesinin Abdullah olduğunu tespit etmiştir. Onun öğrenimi hakkında da hiçbir şey bilmiyoruz. Eğitim 16 Geschıchte des osmanischen Reiches, III. 466; Geschichte des osmanischen Dıchtkunst, I. 246. 17 Lepzig, 1927, 34-36. 18 Sr. Sehi, Tezkire, 112; Latifi, Tezkire, 194-195 19 Şemsettin Sami Fraşeri, Qamus ul-a lam, IV. 2684; Sureyya, Sicilli-i Osman III. 114; Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri II. 231 ve diğerleri. 101 gördükten sonra Suzi’nin kadılık yaptığı biliniyor.20 Suzi’nin bu ilk görevi ile ilgili Prizden’de bir rivayet duydum ki bunu Kostiç21 kaydetmiş ve gerçek olabileceği tahmin edilmektedir. İstanbul’da tahsilini bitiren Suzi memleketine dönerken Kalkandelen’de büyük bir zulümkar olan kadıyı tanımış. Suzi bu kadı aleyhine sultana şiirsel bir dava kaldırmış. Şeyhu l-İslam bu davayı sultana verdi. Sultan Selim’in hoşuna giden bu dava yüzünden Suzi’yi İstanbul’a çağırmış ve Grajdanik gelirinin onda birini ona bağışlamıştır. O zamandan itibaren burası Suzi olarak adını almıştır. Sultan Selim’in gerçekten Grajdanik’i bağışladığı Suzi’nin vakfiyesinden de görüyoruz. Latifi Sultan Selim döneminde çalışan ve rüşvet yiyen kadının aleyhine yazılan şiiri aktarıyor. Suzi’nin nekadar zaman kadı olarak çalıştığını bilmiyoruz, ama kendisini Mihaloğlu Ali Bey’in 22ve onun ölümünden sonra oğlu Mehmet beyinsavaşlarında katip olarak görüyoruz. Akıncı Mihaloğluların yürüttükleri bütün savaşlara etkin bir biçimde katıldığını görüyoruz. Böylesine Avusturya sınır boyu bütün kuzey bölgelerimizi dolaştığı bellidir. 1513 yılında Suzi Prizren’dedir. O yıl vakfiyesini yazmış ve onaylatmıştır. Vakfiyede mescidinden, muhalimhaneden ve Grajdanik’teki çiftliğinden söz edildiğine göre bundan önce Prizden’de bulunduğu kesindir. Vakfiyeden imamhatip, muhalim ve müyezzin görevini gördüğü öğreniyoruz. Vakfiyeyi yazdığı zaman varislerinden kızı Ayşe’nin varolduğu ve ona ömür boyunca iki çayırı kullanması için bıraktığını, ölümünden sonra onların da vakfı dâhil olmasını belirtmiştir. Camisinin yanında Suzi adını taşıyan bir çeşme, iki bile kıyı tarafında duvarları bulunan köprü de yaptırdı. Bu iki bile eserin kitabesi yoktur. Olesniçki’nin gerçek olduğunu tahmin ettiği iki rivayet kaydetmiştir Prizden’de. Buna göre Suzi Bistriça’dan başlayarak Grajdanik’teki çiftliğine kadar su kanalı açtırmış. Oysa bu kanalın Çar Qamus ul-a’lam IV. 2684. P. Kostiç, Crkveni zivot pravoslavnih Srba u Prizrenu ı njegovoj okolini u XIX veku, Beograd 1928, 93. 22 Mihaloğlu Ali Bey XV. Yüzyılın ikinci yarısında önlü bir akıncıdır.O savaşçı akıncılarıyla düşman topraklarına saldırıp yerleşim yerlerini yağmalamış, yakmış ve böylece ahaliyi demoralize edip Türk askerine yol açmıştır. 1462 onun Vlaşka akınları belirtiliyor, sonra Kazaklarla savaşıyor, Bogdan’a saldırıyor, Bosna’ya birçok sefer düzenliyor. 1466 yılında Semendire’ye yakınlarında Macar kralı Matiyaş’ın amcası Mihaylo Sileciya’yı esir alıp İstanbul’a gönderiyor. Az sonra Varad’ı yağmalıyor. Levend’in verdiği bilgilere göre onun komutası altındaki akıncılar İstra ve Koruşka’ya kadar ilerlediler. Bu bölgelere düzenlediği son akınları sırasında Lublana’ya geldiği 1492 yılında şehit olduğu tahmin ediliyor. 102 21 20 Duşan zamanında ve ondan önce bile varolduğu biliniyor.23 Bunu herhalde Suzi yeniledi. Caminin arkasında Suzi’nin ve kardeşi Nehari’nin kabirlerinin bulunduğu türbe bulunuyor. Türbe oldukça bakımsızdır. Suzi’nin mezarının baştaşında Arap harfleriyle yazılmış ve aşınmış kitabede Prizrenli Muhammed Suzi’nın 931 yılında vefat ettiğini göstermektedir. Suzi ile ilgili iki meseleyi halletmemiz gerektiğini sanıyorum. Birincisi ölümü ile ilgilidir. Olesniçki gerçek olarak kabul ettiği bir rivayete göre Suzi Prizren civarında bir çatışma sırasında şehit olmuş. Hatta bile daha ileri giderek Olesniçki Suzi’nin kâfirlere karşı dövüşerek hayatını kaybettiğini yazıyor. Bana göre bu tahmin asılsızdır, çünkü hiçbir yerde buna ait bir kanıta rastlamadım. Mezar taşının kitabesinde buna ait bilgi yok. Oysa böyle durumlarda şehit olduğu yazılması bir gelenektir. Suzi’nin adının geçtiği birçok evrakta da bu sonuça götüren bilgi yok. Priznen’in meşhur kişileri hakkında bilgisi olan ve bu tür olayları kaydeden menkıbe yazarı Tahir Efendi böyle bir şeyden söz etmiyor. Prizren’de bulunduğum zaman buna ait tek bir kanıta rastlamadım. Bundan başka 1524 yılında Prizren’de veya civarında her hangi bir savaşın, çatışmanın olduğu bilinmiyor. Türk tarih kaynaklarında da buna ait bilgi yok. İkinci mesele ise düzeltilmesi gereken takma Çelebi mahlasıdır. Bütün Türk, Avrupa ve bizim tarihciler Suzi’yi zikrettikleri zaman adına Çelebi ekliyorlar. Bunu, Suzi’nin Gazavat-namesini ( Gazavat-nameler ve Mihaloğlu Ali Bey’in Gazavat-namesi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1956) yayımlayan Agah Sırrı Levend de Suzi hakkında yeni bir bilgi vermiyor, sadece Olesniçki’nin yazdıklarını aktarıyor. Bana göre ilk olarak Çelebi mahlasını tezkire yazarı Sa’yi yakıştırmış ve bunu Süreyya olduğu gibi kabul etmiş. Süreyya’dan bunu Babinger almış. Babinger’den Olesniçki ve ondan Levend aktarmış. Bunu yadsıyan kanıtlar şunlalrdır: Suzi’nin vakfiyesinde Çelebi mahlası yoktur, ancak Mevlana (efendimiz) Suzi yazılıdır. Vakfiye’nin şahitlerinden beşinin takma adı Çelebidir. Suzi bu takma ada sahip olsaydı bu takma adla vakfiyede belirtilirdi. Prizren’de Çelebi takma adına rastlanmaz, sadece Suzi olarak bilinir. Örneğin Suzi camisi, Suzi çeşmesi, Suzi köprüsü. Suzi döneminde yaşamış olan Latifi de bu takma adı kullanmıyor, sadece Nakşibendî tarikatına sahip olduğu için Suzi olarak bilindiğini yazıyor. Prizren sicilini oluşturan ve Bilimler Akademisinde bulunan birçok belgeye göre adı her yerde Mula Suzi olarak geçiyor. Ş. Sami Fraşeri de sadece Suzi olarak belirtiyor. 23 M. Grujiç’in Jedan primer nepouzdanosti narodne tradicije eseri, GSND XIV. S. 8 (l935), 230. 103 Suzi’nin en ünlü eseri Gazavatbame-i Ali-beg Mihaloglu (Mihaloğlu Ali beyin fethileri)24 adını taşıyor. Bu eser bizler için çok önelidir, yazarı bu yöre insanıdır, eserin önemli bir bölümü buralardaki seferlerden söz etmektedir. Suzi hakkında yazan en ilk tarihcilerden başlayarak ta Olesniçki’ye kadar eserinin 15000 beyitten, yani 30000 dizeden oluştuğunu sanmışlar. Bunu galiba ilkin Sehi tezkiresinde yazmış, sonra oradan hep böyle aktarılmış. Zagreb ve Berlin bölümleri bile keşfedildiği zaman bunların eserin bir bölümü olduğu sanıldı. 1956 yılında Türk bilimcisi Aga Sırrı Levend Suzi’nin eserini yayımladı ve şimdi eser hakkında somut yaklaşmamıza olanak yaratıldı. Yayıncının belirtiği gibi eserin Türk edebiyatında sayıları çok olan “gazavatnameler” arasında bütün özelliklere sahip olduğu için yayınlamış. Eser en eski gazavatnamelerden biri olduğu için de Türk dilinin incelenmesi için önemlidir. Suzi kendi şairliğiyle de dönemin en yetenekli sanatçısıdır. Her bakımdan özgündür ve akınları olduğu biçimde aktaran tek sanatçıdır. Bu yazımızı Zagreb, Berlin ve Türkiye’de ele geçirilen dört yazma eser üzerinde yaptığımız incelemeler sonucu olarak meydana getirdik. Aralarında büyük farklar olmayan bu üç bile elyazmasına dayanan Levend’in çalışması Suzi’nin eserinin bütününü 1798 beyitten veya 3592 dizeden oluştuğunu ve şimdiye kadar 15000 beyitten oluştuğu sanılmasının asılsız olduğunu tespit edebiliriz25. Ancak bu elyazmaları arasında az farklar olabilir ki bu doğaldır. Bir bölümün başlangıcı ve sonu aynı olan ve ayrı dönemlerde başka hatatlardan yazılmış üç nüshasına rastlamak imkansızdır. Suzi’nin bu eseri incelendiği zaman görülecektir ki bu eserin bir bölümü değil, bütünüdür. Suzi’nin eseri bir mesnevidir ve birinci dize ikinci dize ile kafiyelidir. Uzun olan giriş bölümü tasavvuf özelliklerini içerir, ondan sonra eserin yazılmasına neden olan Ali Bey’in kafirler karşısındaki fethileri olduğu belirtiliyor. Devamında Suızi Ali Bey’in seferlerinin 24 Türk edebiyatında ve tarihinde kutlanan, sultanın veya komutanın çeşitli fethileri, yengileri ve savaşlarını anlatan çok sayıda eser vardır.Bu eserlerin bütünü benzer bir ad taşımaktadır: Gaza-name, Gazavati-name, Fetih-name (Fetihler eseri), Zafer-name . Bizler için de önemli olanlardan birkaçı: Sa’yi’nin 1521 yılında Belgrad’ın fethini anlatan Feth-i kal’a-i Belgrad II. Murat döneminde Belgrad ve Macaristan için yürütülen savaşları anlatan Belgrad Seferi; 1740 yılında Belgrad’ın fethi, Mora, Kandi, Bosna, Budim, Estergon vs. yerlerin fetihlerini anlatan ve bura yerlerden bilgiler veren Fethiyye-i Belgrad’tır. 25 Levend te bu sorunla karşılaşmış ama görüşünü ileri sürmeden birkaç varsayımı ortaya koymuş. O, Suzi’nin birkaç akından başka Mihaloğlu Ali Bey’le katıldığı bütün akınlarını niye yazmadığını soruyor.Eserin tamamlanmadığını sanıyo. Suzi Ali bey’in yiğitliğini göstermek için sadece birkaç akınını anlatmakla yetindi belki, çünkü asıl amacı iyi tanıdığı Fars edebiyatından etkilenerek Ali bey’in aşklarını yazmaktı. 104 özelliklerini, etrafındakilerini, Atası olan Köse Mihal ve onun Osmanla savaş mübadelesini anlatıyor. Sonra Köse Mihal’ın ceddinin Müslüman olduklarını yayızor. Bundan sonra Ali Bey’in gazalarını anlatmaya başlıyor. İlkin onun Erdel’deki akınlarını, 1458 yılında Mihaloğlu Mehmet bey’ın komutası altında ağır bir şekilde Mitroviça’nı tahrip olduğu Ali beyin ve öteki akıncı komutanlarının yönetiminde İsrem akınlarını anlatıyor. Suzi’nin yazdığı Ali beyin üçüncü başarılı akını 8 kasım 1960 yılında esir düşen ve İstanbul’a26 götürülen Mihail Silaci ban ve ordusu karşısında sağladığı yengidir. Devamında da Ali Bey’in bir Ulah banının kızı olan Meryem ile romantik aşkını yazıyor. Suzi’nin bu önemli eserden başka şiirler de yazdığı tahmin ediliyor. Ondan önce yaşamış olan şair Necati’ye nazire ve o zaman modası olan hicivli şiirler yazdı. Hasan Kaleşi’nin bu çalışması Sırpça yayımlanmış “Prizden kao kulturni centar za vreme turskog perioda (Türk devrinde bir kültür merkezi olan Prizden), Gjurmime Albanologjike sayı 1, Priştine 1962 s. 91-118. Kış aylarında Sozi Mahallesi 26 Daha geniş bilgi için : A. Olesniçki, Mihajlo Szilagyi ı srpska despotija, Zagreb 1943. 105 SUZİ’YE AİT BİR RİVAYET: Mısır’da biri Suzi (babayı) rüyasında görmüş. Onu nla görüşmek için Prizren’e gelmiş. Sozi’yi sormuş, ama görüşmek istediği Suzi’yi bulamamış. Tabakçılar’a başvurmuş. Suzi adında bir çocuğun varolduğunu söylemişler. Suzi adında bu çocuğu görmek istemiş. İsteğini yerine getirmek için Suzi’nin arkadaşlarıyla çelik-çomak oynadığı sokağa götürmüşler. “Bu rüyama çıkan Suzi olamaz” demiş Mısırlı. Ama yine de Suzi’nin yanına yanaşmış ve çeliğine basmış. Suzi “ Eş kara çibuk” diyerek çomakla çeliğe çarpmiş, yabancı kendini Mısır’da bulmuş. O an içinden bir eyvah çıkarıp bu çocuk rüyasında gördüğü Suzi olduğuna inanmış ve yeniden geri dönüp Prizren’ yerleşmiş. Öldüğü zaman bıraktığı vasiyetnameye göre Sozi mezcidinin kapı eşiği altında gömülmüş. Çocuk kıyafetinde olan Suzi’ye inanmayıp işlediği günah yüzünden böyle bir vasiyetnameyi bıraktığını belirtmiş ve “Ben Suzi’nin yüceliğine, keramet sahibi olduğuna zamanında inanmadığım için mezcide giren ler üzerimden geçsin” diye yazmış. Naşeçteki Delikli Taş Suzi’nin taşıdır. Doğuramayan kadınlar bu delikli taştan geçerse müradlarına kavuşacaklardır diye inanılmaktadır. Suzi’nin özelliklerinden biri bir şahıs içinde birak şahıs olmasıdır. Tarih: 05.Ocak 1990 yılı, Prizren Anlatan: Vedat Vezgiş, yaş 68 Kaydeden: Altay Suroy Recepoğlu 106 BELGELER: Suzi’nin yazdığı Mihaloğlu Ali Bey Gazavat-namesinin elyazmaları: Mihaloğlu Ali Bey Gazavat-name’sinden on beyit 107 Vakıfname: 108 Vakıfnamenin Türk harflerine aktarılışı: SURETU VAKFİYYEH MESCİDİ ŞERİFİ VE MUALLİM HANEİ MEVLANA SUZİL PÜRZERENİ Elhamdulillahi lezi haleke ademe min gayri beşeri vebdiğa isa min gayri zekeri ve nuruşşemi vel kameri vahricinnari min şeceri velmai min celvedil haceri ve cealel dünya dari mahni ve ayri vel cenneti sevaben limen şekeru vennari akben limen keferu ve kada ve kaderi halekal ahdari vel ahmerive vahyi kelimetul muzafferi hibisteka bikavmihi ventesar emri adrib biasakel haberi fadrib bi emrihi fenfecir ve şerref bi habibihil matari hala hayyin mesur fen’ar lehu ma tekkadim min zenbin vema te’hur ve atail havdi vel kefseri fekalallahu teala inna eataynakel kevser fesalli lirabbike venhar inne sanieke huvel ebter ve neşhedü en la ilahe ilallahu vahbdehu la şerike leh emri bil maruf nahyi anil munker. Subhanehuvezkuallahu ekber. A e bicesesmi vela cevher ve neşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluhu seyyidel beşeri ve nezirel ummi ve men şekkal kameri ve sallahllahu ala seyyidina ve nebiyyina Muhammedin ma tasleti ayni yenzur vezni bihaber ve ala alihi ve ashabihi ve evladihi ve ezvacihil mutahereti (ve ba’dehu). Türkçe çevirisi: Allah’a hamd olsun ki, ilk insan olarak Âdemi yarattı, İsa’yı erkeksiz dünyaya getirdi, güneşe ve ay’a ışık verdi, ağaçtan ateşi çıkardı ve bu dünya’yı bir dert ve gam yeri yaptı, ahreti kendisine minnettar kalanlara açıkladı. Cennemi de kâfirlere yarattı Kaderi ve kuralları koyana, Musa’nın galiniyetini müjdeleyene, kendi milleti için, su ve galibiye için dua edene yere asasıyla vurup emrederek yere su fışkırtıp akıtana mübarek olsun. Kendi kuluna mükâfatlandırana, ona insanlığın bütün temizliğiyle Yaratana ve yapılan ve sonunda yapacağı günahlardan bağışlayan ve ona Hayat Kayser’i ikram edene hamdolsun. Ve Allah ona şöyle buyuruyor: Sana gerçekten Kayseri verdik, onun için yaradana minnetar ol ve O’na kurban kes. Seni görmeyenler evlatsız kalacaklar. Biz şükürler ve hamd etmekle ispatlarız ki, Allah’tan başka Tanrı yoktur, eşi ve benzeri yoktur, yapılması ve yapılmaması gerekeni emreder ve yasaklar. Her çeşit metni ve en yüksek şöhret ve büyüklük hiç bir maddeden varolmayan O’na mahsustur. Devamında ifade ediyoruz ki, Muhammed (S.A.V.) onun elçisidir. Ay’ın onun şerefine parçalandığı, bütün milletlerin habercisi ve enseçkin insanıdır 109 Allah’ın rahmeti, Peygamberimiz Muhammed (S.A.V.) soyuna, ashablarına, ççocuklarına ve kadınlarına, herkezin görebileceği ve kulakların duyabileceği üzerlerinde olsun. Vakfiyenin devamı: Vaktaki Mevlana Suzi dünyanın fenalıgıni (faniliğini) ve zemanının bekalıgıni ve ahiretın devamıni ve Adem zevalıni tedarik eyledi ise hasbeten Allahul azim ve talbenel mirdatul kerim padişahu alem penahi Sultan Selim zal (Allahu) fil erdi hicretleri Mevlana Suzi’ye ol lutfi imamelerinden ve avatif cisimlerinden garardının nami çiftlıgının ki canib şarkısı iki büyük kara ağaçlar ve kemal çayır ile ve canib cunubiyesi ile Leka Velaşna nam kari sınırları ile ve cenab garbiyesi gurbçe ve Naşiç nam kari sınırları ile ve canib şimali ile şehirden gelen topçi nam karbaba gider tarik um ile mahdudedir aşti şeriden ve resum arfiden hasil olan her yılde sipahisine iki yüz elli akçe maktuan şarti gemlik eyledi ise Mevlana Suzi’dahi mezkur dinen gerek çayır ve tarla mahsuluni gerek içinde sakin olan hayanden ispincasını vesair resum arfiyesini mezkur çiftlik içinde şehirden (akan) ırmak üzerinde olan dört göz degırmeni ve iki büyük çayırıni ki birbirine Ayşe nam kızına temlik idti ki çayır ile ve canib garbleri çiftlik içinde olan evler ile ve canip şimalleri şehirden gelen tarik gam ile mahdudedir. Bistriça nam nehir kenarında bina eyledük ki fevkan mescid ve tahlen malum hanedir madamki hayır hayattedir kendileri imam ve mualim ve müezzin olup mezkûr mahsul kendu mutesarrif olan ve kendunden sonra imam ile muallim bir olup ve müezzinle mualim hane halafeti bir olup mahsule bihasbi selasan mutesarrif olur ve mezkûr çiftlıgıni imam ile müezzin iştirak üzerine güzedub teamirine muhtaç birilerini mahsulden aldıkları hisab üzere kurulan mescidin ehli mahallesi rida lillahi nacar olub kadi efendiler izniyle güzdeler. Fü şehri rebiul ahiri Senetü tis’a ve işru tisa miyyen. 110 SUZİ (SOZİ) CAMİİ Tabana olarak bilinen Tabakhane mahallesinde Bistriça suyunun sol kıyında Rüjdije binasının yakınlığında bulunan Sozi Camii’nin kurucusu Mehmed b. Mahmud b. Abdullah’dır. Farsça’da “Aşk ateşiyle yanan” anlamında Suzi mahlasını kullanan cami kurucusu Türk edebiyatının büyük şairlerinden biridir. Adı kimi teskirelerde ve yazışmalarda Mevlana Suzi, tarih belgelerinde Suzi Çelebi olarak geçmektedir. Hicri 931 Milladi 29 Ekim 1524 günü vefat ettiği caminin avlusunda kardeşi şair Nehari’nin yanında bulunan kabrının baş taşının kitabesinden öğreniyoruz. Teskirelere yazdığı “Mihaloğlu Ali Bey’in ve Mehmet Bey’in savaşlarını anlatan 111 “Gazavat-name” adını verdiği mesnevi-siyle girmiştir. Bursalı Mehmet Tahir Efendi “Osmanlı Müelifleri”nde Suzi’nin bir Divan’ının da varolduğunu bildirmektedir. Çok sayıda hayrat bıraktığı bilinmektedir. Bunlardan Mektebi, kütüphane-si, çeşmesi, köprüsü ve camisi bugün de mevcuttur. Suzi camisine Lenin sokağından girilmektedir. Sokak kapısına dört sıra taş merdivenle çıkılmaktadır. Bir metre kalınlığında olan duvarlarla oluşan cami binası kare şeklindedir. İç ölçülerine göre cami 8,60 x 8,60 metre ebadındadır. Cami binası ve son cemaat yeri dört yana akıntısı olan ve Prizren el keremidi ile örtülü iki ayrı çatı altında bulunurlar.1978 yapılan son çatı tamirine kadar çatı kaya parçalarıyla örtülüydü. Bugün bu kaya parçalarıyla cami avlusunda bulunan Suzi ve Nehari türbesinin duvarları örtülüdür. Çatı altında, caminin iç kısmında köşe dilimleri daha dar, ortadakiler daha geniş, 8 köşe ahşap kubbedir. Çatı altında kalan kubbenin iç tarafı geçmeli tahta ile kaplıdır. Bu tahtalar cilalılıd. Göbek ağac oymalıdır ve camide yapılan tamirlerden sonra caminin süslemelerinden kalan en eski bölümdür. Kıble duvarında duvar oyuğu olan mihrabın yaşmağı kurtağzı ile yapılmıştır. Mihrab üstünde öküz gözü, 7 altlık, 6 üstlük olmak üzere 14 pencere vardır ki gün ışığıyla caminin içi aydınlıktır. Üst sıradaki pencerelerin üst kısımları kemerlidir, alt sıradaki pencereler ise dikdörtgendir. Minber ahşaptandır ve korkuluk tahtaları işlidir.1996 yılında onarılan minber iki direk üzerinde durmaktadır. Mahfil dört sütun üzerinde dururken ve yanlarda iki cumbalı iken 1996 yılında yapılan onarımdan sonra iki sütun üzerinde durmaktadır ve üç cumbalıdır. Üç metre genişliğinde olan mahfile cami içinden minareye çıkaran kapıcıktan çıkılmaktadır. Caminin son cemaat yeri on ahşap direk üzerinde duran çatı ile örtülüdür. Kenarlar açıktır. Caminin giriş kapısının sol tarafında duvar oyuğu bir dış mihrab bulunur. Sağ tarafta ise duvar örülerek kapanmış alt sıradaki pencerenin izleri vardır. Camiinin minaresi kesme taştandır, kaidesi ve gövdesi 12 köşelidir. Şerefe iki sıra dişle yapılmıştır. 1989 yılında yeniden sıvalanan minare beyaz çimento boyası ile badalanmıştır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde AMKT DV 188/44 no’lu bir yazışmaya göre caminin Hicri 1277 Milladi 1857 yılında da mezcid olduğunu oğreniyoruz. Demek cami minaresi bu yıldan sonra yapılmış. Hicri 919 Milladi 1513 yılında Suzi’nin tasdıklanan Vakfiyesinde mezcidtten söz edildiğine göre, bugünkü cami binasının bu tarihten önce kurulduğu kesindir. Bu vakfiyeye göre caminin imamına, mualime ve müezzine verilmek üzere ve camide yapılacak olan tamirlerlerin masrafını karşılamak üzere çiftliğinin mahsulunden yararlanılmasını belirtmiştir. 112 Sokak tarafından üstü deir parmaklı duvarla sarılı olan, kuzeydoğu tarafında mehktep ve kütüphane olarak kullanılan binanın da içinde bulunduğu cami bahçesinde birçok kabirler vardır ki çoğunun baş taşları kitabelidir. Kabir taşları işçilikleriyle birer sanat eseridir. Cami binasının kuzey-doğu tarafında Suzi’nin ve kardeşi Nehari’nin kabirlerinin bulunduğu yatır binası bulunur. Yatır binasının sadece 5,50 x 3,70 ölçüleriyle kerpiç yapılı dört duvar vardır. 55 sm kalınlığında olan yatır duvarları 2 metre yüksektir ve kaya parçalarıyla örtülüdür. 65x130 sm. bpşluğunda yanlarda birer, kıble ve giriş kapısının bulunduğu duvarlarda ikişer pencere bulunur. Kapı 90 x 150 sm. Büyüklüğündedir. Kabirlerin baş taşları silindir şeklinde beyaz mermerdir. Üst tarafı 255 sm. Çapındadır, toprağa geçirilen bölüm ise daralmaktadır. Bu mermerlere kitabe yazılmıştır. Söylentilere göre Suzi kabrinin üstünün örtülmesini istemediği için, birkaç defa yatıra çatı yapıldıysa ertesi gün yıkılmış. Bu yüzden bir daha yatıra çatı yapma girişimi olmamıştır. Caminin kuzey-doğu tarafında kütüphane-mekteb binasının duvarına yapışık Suzi çeşmesiinin kalıntılarından taşlar ve içi oyuk mermer yalağı durmaktadır. Caminin tam karşisinda Suzi köprüsünün taştan yapılı bir gözü bugün de mevcuttur. Suzi’nin kabrindeki kitabeli baş taşı: El mutevefa el merhum e mağfur Suzi Zerrin’i Fi tarihi sene Tis’amie ihda ve selasin (H.931) Rahmetun vasiatun 113 Prizren’de Suzi Camii mezarlığında Suzi kabrinin bulundu tirbe binası 114 Suzi köprüsünden kalan göz Suzi Camii çevresinin eski ve son hali Sozi Mahallesinde Suzi Camii ve deredeki çağlayan 115 Suzi Çeşmesinden kalanlar, Yıkılan mekteb ve kütüphane binası ve yanda Suzi’nin Grajdanik’e su götürdiği su kanalı Suzi Camiinin iç mekkanı 116 Sozi’de (Naşeç) Suzi mağarası (makamı - türbesi) Sozi’de “Suzi çeşmesi” ve arka planda günahlardan arındıran Delikli Taş 117 Yavuz Sultan Selim Han’ın 1513 yılında Suzi’ye bağışladığı Grajdanik Çiftliğine ait Temlikname 118 Temliknamenin arka tarafı-tasdık mührü ve imza 119 Yavuz Sultan Selim Han’ın 1913 tılında Suzi’ye bağışladığı Grajdanik Çiftliğine ait ikinci Temlikname 120 İkinci Temliknamenin arka tarafı – tasdık mührü ve imza 121 REZİME SUZI PRIZRENASI ( - 1524-viti i vdekjës) Mehmedi i biri i Mahmudit, nipi i Abdullahut i njohur si “Suzi Peryerinli” (Prizrenas) vakufnamën e vetë të verifikuar në vitin 1513 ka filuar me fjalët : “Jemi felenderues Allah-ut që ka krijuar njeriun e parë Ademin, Isën e ka krijuar pa mashkull, ka dhënë dritë hënës dhe diellit, zjarrin e krijaoi prej drurit dhe këtë botë e krijoi si vend pa shqetësim, ahiretin atzre që janë falenderues dhe spheguar...” përfundon me detyrimet e atyre të cilëve për qëllimet mirëbërëse ka dhënë vakufit patundshmëritë.


Suzi Prizrenasi pos patundshëriëve të cilët i ka dhënë në vakuf] ka lënë edhe veprat e m[dhaja artistike dhe letrare me vlerë të madhe, vepër që është me rëndësi tëmadhe për historinë e kaluar që është shkruajtur si mesnevi/ Ky vepër i quajtur “Mihaloglu Ali Bej Gazavatname” (Epi për pushtimet e Mihaloglu Ali Beut) është shkruajtur para 500. viti.


Suzi Prizrenasi except patundshëriëve who has given in Vakuf] has left the works em [dhaja artistic and literary value, and the work that is important for the history of the last tëmadhe is written as mesnevi / This piece, called "Ali Mihaloglu Gazavatname Bay (Epi to capture the Mihaloglu Ali Beut) was written before 500. year.

Manifestimin e këtij jubileu ka marrë përsipër të bënë Shiqata e shkrimtarëve Turke. Për të kuptuar më mrë Suziun i cili në nlë bejtë ka thënë? Livadhet janë kopshtet e pemëve të qiellit, Këto buzëqeshje janë qeshme të diellit.

Manifestation of this has taken over the jubilee did Shiqata of Turkish writers. To understand more mrë Suziun which nlë bejtë has said? Meadows are nursery trees of heaven, These are qeshme smile to the sun.


Është e duhur të analizohet periudha kohore në të cilën ka jetuar, gjuha që është përdorur në atë, kuptuarit e artit, filozofin, bukurit e poezisë dhe mënyrën e të shprehurit të ndjenjave, në mënyrë që të kuptohet përmbajtja e bejtit të paraqitur (strofa) të Suziut të madhë.


It is necessary to analyze the period in which it lived, the language that is used to it, understanding of art, philosophy, poetry and beauty of the manner of expression of feeling, in order to understand the contents of bejtit present (verse) Suziut the major.


Emërat e ndryshme dhe dekorimet e dhënura për Suzi Prëzrenasën kanë rëndësi të posaçme. Duhet analizuar se në cilat epoka dhe për çfarë arsze janë dhënë. Siq është për kalibrat e njërzve të mëdhej MOLLA, MEVLANA, NAKSHIBENDI, MUDERIZ, QELEBI, YERRIN, PURZERRINI dhe SUZI japin emëra frymëruese dhe tituj, gjithashtu ekzistojnë arsze që shkrimtarit Mehmed të jipet. Hulumtimi i atyre arsyeve medoemos do të vërtetojnë se shkrimtari është personi me rënësi, krijuesi i çmuar. Njeri dashës dhe humanist, Veprat ekzistuese dhe përmendoret e rruajtura të kulturës, paraqesin madhërinë dhe adhurimin ndaj Suziut, Sipas burimeve të shkruara, nën emërat e dhënuar të njohur si Nehari dhe Sa’ji, shkrimtari Suzi kishte vëllazërit poet dhe bijën nën emërin Ajshe, që janë me rëndësi për përmbajtjen e rrajës familiare. 122 KRIJIMET LETRARE të Suziut vërtetojnë atë se çfarë humanisti ishte shkrimtari në kohën e vetë, kjo më së miri shihet në shembullin e një tetëmë dhe këtë rast e ka përshkruar me strofa të shkrimtarit, të cilat pastaj kan rra në duart e Sulltan Selim Hanit, kurse ky me të kuptuar të këtij rasti, ka ndëruar dhe dënuar kadiun, ndërsa shkrimtari Suzi ka shuruar qiflikun në Grazhdanik. Me këtë shembull, Suziu ka treguar se është i shumë anshëm dhe shkrimtar i madhë i cili din se si duhet të luftoi kundër padrejtësive dhe të këqijve, Patjetër duhet analizuar dhe hulumtuar karakterin e fortë dhe cilësit tjera të një Suziu. Detyra jonë që shuma anshëm që të çmojmë këtë kolosal, me rastin e 500 vjetorit të paraqitjes së veprës së tij “Mihaloglu Ali Bej Gazavatname”, meqë edhe sot mund të shfyrtizojmë shumë këshilla të tij mbë jetën e lumtur dhe harmonike. Lexuesi i peprës “Gazavatname” do të largohet nga përdorimi i dhunës dhe të vrasjeve si dhe prej luftës. Shiqata e shkrimtarëve Turke në Prizren ka bër angazhime të mëdha që tejkalojnë mundësit e tyre materiale, në mënyrë që të organizoi kremtimin e jubilet të madhë të shkrimtarit Suzi. Kolosalët e fjalës së shkruar të cilët para 100 ose 500 viteve kanë jetuar në këto troje, dhe të cilët pas vetes kan lënë veprat në gjuhën turke, të cilët kulturës sonë nacionale dhe fesë sonë kan dhënë kontribut të madhe, patjetër duhet të ken mbrojtjen e popullit turk në Koosovë dhe në teritoret e ish Jugoslavisë. Duke patur mbrojtjen tonë, këto kolosal mund të njohtojm[ edhe të tjerët dhe popujt e tjerë me krijimtarin e tyre. Para tre vjet e gjysëm, me qëlim të ndriqimit të gjithanshëm të personalitetit të Suziut dhe krijimtarisë së tij, kemi vendosur të organizojmë një simpozium ndërkombëtar. Në atë drejtim menjëherë kemi filluar me përgaditjet. Një numër i hulumtuesëve dhe punëtorët shkencor kan treguar interesimin e tyre për pjesëmarrje. Por, për arsy të fillimit të konflikteve të armatosura dhe situatës së rëndë ekonomike, Këshilli për prganizimin e Simpoziumit ka qenë i detyruar që Simpoziumin e planofokuar dhe të parapar për 4. ditë të shkurtoi vetëm në 1. ditë. Shumë kolosalëve, të cilët veprat e tyre në shekujt e kaluara i kan kushtuar njerëzimit, ekziston rreziku i haresës së tyre. Nga ky vend japim rekomand kompetemtëve të Komunës së Prizrenit, që ndonjë tregu, rrugëve (mahallave) dhe enteve publike në Prizren të japin emërat e këtyre kolosave. Shkrimtarët e shekullit të kaluar nga këto treva nuk janë përfshirë as në librat shkollore. Bë programet mësimore dhe programet për gjuhën Turke dhe letërsi duhet të gjinden emërat e Suzi-ut, Prishtinasit Mesihi-ut, Ashik Qelebi-ut, Shemi-ut dhe të tjerëve. 123 Bota ka shumë lojëra mirë prano Në këtë periudhë ekzistojnë shumë alema (dijetar) Kjo zhurmë nuk është bumbullima e qiellit Në andrën time hanuma ka bërtitur. Gazavatname Mihaloglu Ali Beut përban 15000 bejtë. Strofat jan të përbëra në 11 HECE simetrike dhe ndërmjet veti janë të rimuara. Përshkruan si pushtime të Sërbisë, Hungarisë dhe të Bosnës nga ana e Mihaloglu Ali Beut aventurat e tij të dashurisë. Jipet përshkrime të shkëlqyeshme të disa vendeve. Shkrimtari i paraqet edhe ndjenjat e veta në këtë vepër. Vepra, pos këtyre vlerave të përgjithsme, përshkruan edhe ngjarjet historike të aasaj kohe, për këtë mund të shfrytëzohet edhe si burim i shkruar për historianët. Është shkruar në gjuhën turke të asaj kohe, për këtë kjo është edhe mundësi gjuhëtarëve që të hulumtojnë edhe gjuën të cilën ka shfyrëzuar Suziu. Përshkruesit këtë vepër kanë shumëzuar, që vërteton fragmenti i cili sot gjindet në Bibliotekën kombëtare në Istanbul, në arshëvën e Agah Sirri Levend, në Preussice Staatsshibiblotek të Berl[n[t dhe në Akadem[në e Arteve shkencore në Zagreb. Prej këtyre ekzemplarëve më e rëndës[shm është ajo që gjindet në Berlin, meqë daton sipas Hixhrit prej vitit 937 (që është 1530). Por, Gatavatname në origjinal është e datës më të hershme. Vepra përshkruan ngjarjet e shkaktuara para 500 viti, kurse shkrimtari Suzi ka qenë pjesëmarrës dhe akter në ato ngjarje. Në periudhat rrjedhëse në Xhaminë e Prizrenit, që mban emërin Xhamia e Suziut, duhet të bëhet rekonstruimi dhe punët konzervuese në mënyrë që të aktivizohet Mektebi i Suziut dhe Biblioteka. Gjithashtu duhet hapur edhe muzeumin e Suziut ku do të vendoseshin Gazavatname, vakufname, Temlikname e Sulltan Selimit, librat, dokumentet e shkruara dhe veprat tjera, të përkushtuara atij. Qeshmja e Suziut sot gjindet në një pozitë të plakmueshme, ka mbetur vetëm korita prej mermeri dhe disa gur të punuara, ashtu që duhet që qeshmja të bihet në gjendje të mëparme. Rrethi i vetëm i mbetur nga urra e gurit të Suziut duhet të renovohet dhe të pastrohet rrethina. Nga fshataret e Grazhdanikut pritet të mbrojnë dhe të rruajnë të ashtuqujturën “Delikli tash”, qeshmën dhe projen e pastër të quajtur “Suzi deresi” (lumi). Mulliri i Suziut është i nacionalizuar, kurse pastaj e eksproprijuar dhe tash është plotësisht në gjendje të rënuar. Edhepse Enti për mbrojtjen e monumenteve kulturore me vendimin e vetë nr. 632 të datës 15.o8.1959 ka vënë nën mbrojtje vetëm gurin mbi vorë me datën në Turbe ku janë vorosur Suziu dhe vëllau i shkrimtarit Nehari, e cila Turbe gjindet në oborin e Xhamisë Suzi, deri më tash nuk është bërë asgjë në rruajtjen e këtij monumentii historik. Sipas Ligjit mbi 124 monumentet historike nuk është e mjftuar që që merret në mbrojtje të shtetit vetëm guri mbi vorrin, por edhe Xhamia Suzi, tërë kompleksi i Xhamisë, qeshmet, ura dhe në Grazhdanik kompleksi “Sozi”, meqë të gjitha këto objekte ekzistojnë me qindra vjet dhe paraqesinë në këto treva, besimin e tyre dhe doket. Spjegimi etimologjik të fjalës “Suzi” do të thotë: “Njeriu që flkërohet prej dashurisë së Allah-ut”, me fjalën tjera besnikëria ndaj artit. Bibliografi i përmendur dhe shkrimtari Ashik Qelebi në veprën e vetë “Meshairu shu ara” (Jeta mbi veprat e personaliteteve të përmendura) është i lindur me 1520 në Prizren, në kohën e vetë ka shkruar se Prizreni është burimi frymëzues për shkrimtar dhe poet. Ky burim edhe sot kultivohet në Prizren, meqë shumica edhe sot vazhdojnë nëpër rrugët e Suziut, Ashik Qelebi, Nehari, Muminit, Shemiut, Behariut, Tegjeliut dhe të tjerëve. Ön planda Musa Kutup Efendi – Sinani tekkesi, sol tarafta Suzi Köprüsü ve Camii 125 Rezime PRIZRENAC SUZI ( - 1524 god- smrti) Mehmed sin Mahmuda, unuk Abdullaha poznat kao Suzi Prizrenli (Prizrenac) svoju vakufnamu overenoj 1513 godine započeo je rečima: «Zahvalni smo Allahu što je stvorio prvog čovjeka Adema, Isu stvorio bez muškarca, dao svjetlost mjesecu i suncu, oganj stvorio od drva i ovaj svijet stvorio kao mjesto brige i sekiracije. Airet onima koji su mu zahvalni objasnio.......» i završava sa obavezama onih kojima je u dobrotvorne svrhe uvakufio nekretnine. Prizrenac Suzi pored nepokretnosti koje je uvakufio ostavio je djelo visoke umjetnicke i književne vrijednosti, djelo koje je od izuzetnog značaja za historiju a koja je napisano kao mesnevija. Ovo djelo nazvano «Mihaloğlu Ali Bey Gazavatnamesi» (Ep o pohodima Mihaloglu Ali bega) napisano je pre 500 godina. Obeležavanje ovog jubileja prihvatio se Udruženje pisaca Turaka Kosova. Da bi bolje razumjeli Suzija koji u jednom bejtu kaže Ispaše su povrtarske bašte neba, Ovi osmesi su ćesma sunca. potrebno je analizirati vremenski period u kome je živeo, jezik koji se tada govorio, poimanje umjetnosti, filozofije, ljepote poezije i način izražavanja osječaja, kako bi pravilno razumeli sadržinu navedenog bejta (stiha) velikog Suzija. Različita imena i odata priznanja Prizrencu Suziju imaju osobita značenja. Treba istraživati u kojim epohama i iz kojih razloga je to učinjeno. Kao što za velikane kalibra MOLLA, MEVLANA, NAKŠIBENDI, MUDERIZA, ĆELEBI, ZERRIN, PURZERRINI I SUZI daju nadahnuta imena i zvanja, isto tako postoje razlozi da se pjesniku Mehmedu to uprilići. Istraživanje tih razloga nesumnjivo će dokazati da je pjesnik značajna ličnost. cenjeni stvaralac, čovjekoljubac i humanista. Nama dostupna djela i sačuvani spomenici 126 kulture, pokazuju veličinu i naše divlenje prema Suziju. Prema pisanim izvorima, pod nadenutim imenima poznatiji kao Nehari i Sa'ji, pjesnik Suzi imao je braću poete i jednu čerku pod imenom Ajša. Ovo su važni podaci radi sačinjavanja porodičnog stabla. Graditeljska i književna stvaralaštva Suzija dokazuje kakav je humanista svojevremeno bio pjesnik, a to se najbolje vidi na primjeru jednog Tetovskog kadije za koga je on saznao da je povrijedio hak jednog jetima te je ovaj slučaj opisao pjesničkim stihovima koji su prispeli u ruke sultan Selim Hana. Saznavši za tu nepravdu sultan je smjenio i kaznio kadiju, dok je pjesniku Suziju poklonio ćifluk u Graždaniku. Ovim primjerom, Suzi je pokazao da je svjestran i grandiozan pjesnik koji zna kako se treba boriti protiv nepravde i zla. Nesumnjivo treba analizirati i istraživati snažan karakter i druga lična svojstva jednog Suzija. Naša je dužnost da svestrano ovekovečimo ovog velikana, povodom 500 godišnjice pojavljivanja njegovog djela «Mihaloğlu Ali Bey Gazavatnamesi», pošto i danas možemo koristiti mnoge njegove savjete o lijepom i harmoničnom živlenju. Čitalac djela «Gazavatname» će se odreći upotrebe sile i ubistava. Zgroziče se rata. Udruženje pisaca Turaka u Prizrenu učinilo je velike napore koje prevazilaze njegove skromne materijalne mogućnosti, kako bi organizovala proslavu velikog jubileja pesnika Suzija.Velikani pisane riječi koji su pre 100 ili 500 godina živjeli na ovim područjima, ostavili iza sebe djela na turskom jeziku, našoj vjeri i nacionalnoj kulturi dali ogroman doprinos, nesumnivo moraju imati zaštitu turskog naroda na Kosovu kao i na prostorima bivše Jugoslavije. Imajuči našu zaštitu, ove velikane možemo predstaviti i drugima i upoznati druge narode sa njihovim stvaralaštvom. Prije tri i po godine, u nameri svestranog osvetljavanja ličnosti Suzija i njegovog stvaralaštva, odlučili smo da organizujemo jedan međunarodni simpozijum, i u tom pravcu odmah smo počeli sa pripremama. Veliki broj istravživaća i naučnih radnika pokazalo je svoje interesovanje za učešće. Međutim,zbog početka oružanih sukoba i teške ekonomske situacije, Odbor za organizaciju simpozijuma bio je primoran da planirani simpozijum u trajanju od četiri dana, svede samo na jedan dan. Mnogim velikanima, koja su svoja djela u prošlim stoljećima posvetili čovećanstvu, preti opasnost od zaborava. Odavde dajemo preporuku nadležnima opštine Prizren, da pojedinim trgovima, mahalama i javnim ustanovama u Prizrenu daju imena ovih velikana. Pjesnici minulih stoleća iz ovih krajeva nisu obuhvaćeni ni u školskim knjigama. U nastavnim planovima i programima za predmet Turski jezik i književnost moraju se naći imena SUZIJA, Prištevca MESIHIJA, AŠIK ČELEBIJA, ŠEMIJA i dr. 127 Svijet ima razne igre, lijepo prihvati U ovom periodu postoji više vrsta alema. Ova buka nije grmljavina neba U mom snu hanuma je kriknula Gazavatname Mihaloglu Ali Bega sastoji se od 15000 bejtova. Stihovi su sastavljeni od 11 metričnih slogova i medjusobno su rimovan. Opisuju osvajanje Srbije, Mađarske i Bosne od strane poznatog osvajača Mihaloglu Ali Bega kai i njegove ljubavne avanture. Daju se izvanredni opisi pojedinih mjesta i krajeva. Pjesnik izražava i svoje osećaje u ovom djelu. Djelo, pored univerzalnih vrijednosti, opisuje i historijske događaje, zato može poslužiti i kao pisani izvor za historičare. Pisano je turskim jezikom tadašnjeg vremena, pa je to prilika lingvistima da prouče jezik kojim se služio Suzi. Prepisivači su ovo djelo umnožili što dokazuju fragmenti koji se danaz nalaze u Nacionalnoj biblioteci Istanbula, u Arhivi Agah Sirri Levenda, u Preussisce Staatsshibibliotek Berlina i u Akademiji Nauka i Lijepe Umjetnosti u Zagrebu. Od ovih primjeraka, najznačajnija je ona koja se nalazi u Berlinu jer potiče po Hiđretskoj 937 godini što je 1530 godina. Međutim, Gazavatname je u originalu nastali znatno prije, Djelo opisuje događaje nastale prije 500 godina, a pjesnik Suzi je bio učesnik i akter tih događaja. U narednom periodu u Prizrenskoj đamiji koji nosi naziv Suzi Djamija, trebalo bi obaviti rekonstrukcione i konzervatorske radove radi ponovnog aktiviranja Suzijevog mekteba i biblioteke. Takođe treba otvoriti muzej Suzija u kome bi bili smešteni djelo Gazavatnama, vakufnama, Temlikname sultan Selima , knjige, pisani dokumenti i druga djela posvećena njemu. Suzijeva česma se danas nalazi u jadnom i nezavidnom položaju, ostalo je samo mermerno korito i nekoliko uklesanih kamena, tako da je potrebno dovesti česmu u prvobitno stanje. Jedini preostali luk od Suzijevog kamenog mosta treba da se renovira i očisti njegova okolina. Od mještana sela Graždanik očekuje se da zaštite i oćuvaju tzv. Delikli taš, česmu, Turbe i bistru rečicu zvano Suzi deresi (reka). Suzijeva vodenica je nacionalizovana a potom eksproprisana a sada potpuno razorena. Iako je Zavod za zaštitu spomenika kulture svojom odlukom br.632 od 15.08.1959 godine stavio pod zaštitu samo nišan sa tarihom na turbetu gdje počivaju Suzi i njegov brat pjesnik Nehari. Turbe se nalazi u dvorištu Suzi djamije i do sada nije učinjeno ništa na održavanju ovog spomenika kulture. Prema zakonu o kulturnim spomenicima nije dovoljno da se uzme pod zaštitom države samo nadgrobni kamen, nego i Suzi djamija, ceo kompleks djamije, česme, most i kod Graždanika 128 kompleks ¸»Sozi», jer svi ovi spomenici postoje stotinama godina i izražavaju historiju, kulturu i umjetničke vrijednosti naroda koji žive u ovim krajevima, njihovu vjeru i obićaje, Etimološko objašnjenje riječi Suzi znači «čovjek koji pleni od Allahove ljubavi» drugim riječima,velika odanost prema umjetnosti. Poznati bibliograf i pjesnik Ašik Ćelebi u svom djelu «Mešairu šu ara» (Život o djelima poznatih ličnosti), rođen 1520 godine u Prizrenu svojevremeno je napisao da je Prizren izvor nadahnuča za pjesnike i pisce. Ovaj izvor i danas izvire u Prizrenu, jer mnogi nastavljaju stazama Suzija, Ašik Čelebija, Neharija, Mumina, Šemija, Beharija, Teđelija, Suđudija i drugih. Suzi türbesi ziyareti 129 130 131 AŞIK MUHAMMED ÇELEBİ 979 – 1571 İlk devir şairlerinden ve tarih bilginlerinden bir zat olup Bursa’da doğmuştur. Bazı eserlerde Perzerinde doğduğu yazılmışsa da Beyani, Latifi ve Kınalı-zade Çelebi ile (Güldeste) sahibi İsmail Beliğ Efendi Bursa’da olduğunu yazıyorlar. Tahsilden sonra kadılık mesleğine girerek epeyce dolaştıktan sonra vefatı tarihine Bursa’lı Cenani’nin bulduğu “Aşık sefer eyledi cihandan” mısra’ının gösterdiği 979 da Üsküb’de vefat etti. Bu zatın Üsküb’deki kabri hakkında ihtilaf vardır. Bazıları (Kaadi Baba-Gazi Baba) denilen zat olduğunau rivayet ediyor. Evliya Çelebi de (Seyahatnamesi)nin beşinci cildinde Meddah – Baba Camii yakınında bulunduğunu nakletmektedir. Esrleri (Zeyl-i Şakaayik), (Kaami-ü’l-bidati Fi nusreti’-sünne), (Teküret’ş-şuara)’dır ki “Meşairu’ş-şuara”adında olan ve ebcet harfleri üzerine tertiplenmiş bulunan bu eserin bir nüshası Viyana İmparatorluk Kütüphanesinde mevcut olduğu tarihci Mösyö Hammer’in rivayetleri cümlesindendir. Bir nüshası da İstanbul’da Aşir Efendi, Üsküdar’da Aziz Hüdahi Efendi kütüphanesinde mevcuttur. Diğer eserleri de (Zigetvarname), (Şehru Ehadis-i Erbain) ve (Manzume-i Şehr-Engiz) ile ‘Mürettep Divanı) ndan ibarettir. Bunlardan başka “Taşköprülüzade”nin “Şakaayik-I Numaniyesini, İmam Gazali’nin (Etteberü’l-mesbuk fi nesayihı’l-mülük) adlı eserini ve Hatip Kasımoğlu’nun “Ravza”sını da tercime etmiştir. Ahlak ve askeri siyasetten bahseden Sultan İkinci Selim namına geniş bir şekilde terceme ettiği “Mi’racü’l-eyaleti ve Minhacü’l-adalet”. Bu eser İbn-i Teymiyenin “Essiyasetü’ş-şer’iyye fi İslahirrai Verraiyye” adlı eserinin tercemesidir. Kırk bab üzerine tertip edilen mezkur eser mütaleaya değer eserlerdendir ki yazma bir nüsha Aşır Efendi ile Manastır kütüphanelerinde mevcuddur. İşbu eserlerinden yalnız “Hadis-i Erbain” şerhi basılmıştır. Beyitlerinden: Ar eder bir zerre-i serkeşteden ol afitab Mihrin efzun olduğunca benden eyler ictinab 132 133 134 135 136  

Mdupont (talk) 08:29, 15 August 2009 (UTC)[reply]


novi pazar

[edit]

See also Sanjak_of_Novi_Pazar

Novi Pazar Traders Climb Out of Recession
After several bad years, town’s famous jeans firms are fighting back while road haulage continues to boom.
Muslim Novi Pazar has earned good money as a Balkan go-between, transporting goods back and forth across borders and earning a commission to do so.

[1]

Manastir Crna Reka

[edit]
At Crna Reka I found a monastic community that had been established according to the coenobitic typicon. The brotherhood lived very humbly. Crna Reka was unlike other monasteries in the Serbian Orthodox Church. I was drawn to it by the great Christian love that the brothers had for each other, as well as by the modesty and peacefulness that radiated from them. I consider my arrival and the beginning of my monastic life at Crna Reka to be a great blessing from God. All the monks who came there laid a foundation for their future monastic life.

[2]


      Manastir Crna Reka je jedinstveni dragulj srpske srednjovekovne kulture koji je iz anonimnosti počeo da izlazi tek krajem prošlog veka. Zalepljen je za strmu stenu ogromnih masiva Mokre Gore iznad reke ponornice Sovare (Crna Reka). O ranoj prošlosti manastira se ne zna puno. Ktitor je nepoznat. Po jednom predanju nastao je u XII veku, a po drugom posle Kosovske bitke. Manastir nikada nije rušen tako da je jedan od retkih srpskih manastira koji je sačuvao prvobitan izgled, iako su u XVIII veku zabeleženi turski zulumi i podmetanje požara. Tada je manastir zapusteo. Kada su nastala teška vremena za Studenicu, mošti Svetog Stefana Prvovenčanog i ostale dragocenosti prenete su ovde 1687. godine da bi 1696. godine bile vraćene.

Monastery of Black River is a unique jewel of serbian medieval culture from the anonymity that started out only at the end of the last century. Glued to the steep rocks huge massive Mokra Up above the river resurgence Sovare (Black River). The early monasteries in the past do not know much. Founder is unknown. Per predanju was in the XII century, and the second after the Kosovo battle. Monastery never Rüsen so that is one of the few Serbian monasteries that preserved the original appearance, although in the eighteenth century suffered Turkish violence and arson. And the monastery zapusteo. Has been a difficult time for Studenica, relics of St. Stephen the First and other valuables are transferred here in 1687. years to 1696. year were returned.

[3]

Ibarska dolina ili Dolina kraljeva kako je je još zovu, predstavlja srce srednjovekovne srpske države. U njoj leže najveće svetinje srpskog naroda, manastiriTurizam - Raška Studenica, Žiča, Đurđevi stupovi, Sopoćani, a ulaz u dolinu još uvek čuva tvrđava Maglič. 
Sa obe strane Ibra uzdižu se planine. Sa jedne strane to je ,,krov Srbije”, nacionalni park i skijaški centar Kopaonik, a sa druge Golija, proglašena od strane UNESCO-a rezervatom biosfere.  

Ibar valley or the valley of the kings is called, the heart of medieval serbian state. It lies most holy Serbian people, manastiriTurizam - Raška Studenica, Zica, Djurdjevi pillars, Sopocani, and the entrance to the valley is still kept fortress Maglić.
On both sides of the Ibar rise mountains. On the one hand it is, the roof of Serbia ", a national park and ski resort Kopaonik, and the other Golija, declared by UNESCO a biosphere reserve.

[4]


Novi Pazar is interesting as a typically Muslim town in South Serbia.. It is surrounded by some of most beautiful Orthodox monasteries. Its history is significant by this wedging between the two different religions, Orthodox and Muslim. Under the dynasty if Nemanjics the town of Ras and its fortress was the capital of the Serbian Empire spreading to Kotor at the Adriatic seaside. As at the beginning of the XIV century King Milutin enlarged his empire toward the South, Ras was not the capital any more and was known under the name Pazariste meaning commercial town. In the middle of the XV century Isa Beg Isakovic had founded here a Turkish fortress of Novi Pazar that became an important city for caravans placed on the commercial crossroads. In the XVII century Novi Pazar had been supplied by mosques, medresas, Turkish baths and other bazaars. But already in the XIX century the town declined and today it seems to be dozing. http://www.serbia-visit.com/Novi-Pazar.149.0.html

St. Peter's church near Novi Pazar (7-11 cent) - the mother church of the Raska Diocese St. Peter's church was one of first Serbian episcopal centers where the founder of the medieval Serbian state, Grand Zhupan Nemanya was baptized http://www.kosovo.net/diocese.html


Sava Janic. one of the few clergymen of the Serbian Orthodox Church to withstand the temptations of radical nationalism. http://books.google.com/books?id=lvmlKidxY0EC&pg=PA1087&dq=%22Sava,+Janic+%22&ei=6vuESqCYCqnEzgS_zpiqDg


Janic Sava Cybermonk
Sava Janjic was born in Dubrovnik and attended a school in nearby Trebinje in
 Orthodox Church as a novice at the monastery of Crna Reka near Novi Pazar, 

[5]



[6]


[7]


Manastir Crna Reka
From Wikipedia, a free encyclopaedia
Jump to: navigation, search

Black River is a monastery monastic anchoress the midst of the mountains of Southern Serbia, situated in the klisuri Black Rivers. It is surrounded by high rocks and stoletnim rich forests. Comes from the thirteenth century, when the little church was built in a large rock above the Black River beds. Soon, the monks built their anchoress kelije around the church, ozidali cave and built a small wooden drawbridge over the dry river bed. The great miracle of God ponire river immediately above the monastery, and again izranja from the country after a few hundred meters of its underwater flow. In the quarter century he lived in the monastery of the famous St. podvižnik Joanikije Devički with his monks. Saint later was moved to the area of Drenica, where today the Devic monastery.

Black River has been long abandoned. Only in 1979. The present Bishop raškoprizrenski His Preosveštenstvo Mr. Artemije settled in a desert monastery, and soon gathered around him young fraternity. After his election to Bishop Bishop Artemije with the help of crnorečkih monks gradually renewed and the other male monasteries raškoprizrenske Eparhije. Monastic fraternity currently has 28 members.

History monastery [edit]

Monastery of Black River is located in the Tromeda between Kosovska Mitrovica, and Rozaje Novi Pazar, in the village of Atari Ribaric. It is about Ribaric good hour walk or 15-minute car. Built in the cave gorges Black rivers on the slopes of Mokra Gora, the Monastery is a unique ensemble built of importance not only for Serbia.

Oratory collapsed with severe drop left coast river beds, which rise above the huge reefs branches Mokra Gore, over the bridge over the ravine which enters the sanctuary, the cruelty of the natural environment, clean, nothing polluted air, crystal clear mountain water "under the beech core," and the absolute silence, narušavana only by some birds chirp or morning song nightingale - all around and won the heart of visitors.

Reliable written sources on the founder and time building monasteries - no. No saved tradition, as well as some articles and studies of our art historians testify to the monastery comes from the XIII and XIV century, possibly. Who is the founder monastery do not know, but you might say: founder is a great spirit there, that dwelt in the body of a trošnom us unknown bogoiskatelja and zadužbinara. But certainly we know that the cave in which the oratory is located osvećena podvizima monastery and the prayers of the great Serbian čudotvorca - St. Joanikije Devičkog, which is first podvizavao say here in Montenegro, and when he found and discovered, he, peaceful monk, escaped to glory and respect, and hide away from the people in the Drenica neprohodne woods, where he continued his bogougodni podvižnički life, and where skončao in the Lord, where is now the device.

Through the centuries the monastery never Rüsen, and has preserved its original physiognomy. It keeps the most precious and Serbian fresco živopis sixteenth century. However, the largest value that is stored in the monastery are holy and celebne relics prepodobnog our father Peter Koriškog, Serbian podvižnika from the XIII century, who lived and podvizavao is not far from Prizren, in the village of use, where not far from the monastery and to Markovog there his anchoress. His holy and miraculous body is transferred to the monastery somewhere in the sixteenth century, probably as the skrovitije place.

In the second half of XVII century, when they created a difficult and uncertain time Turkish retaliation, Sopocani transferred from the monastery in the monastery of Black River and the relics of Saint King Stephen the First, where after nine years returned to Studenica.

The monastery at the beginning of the eighteenth century there writing in which written and prepisivane bogoslužbene books, and in addition, probably, and school for monks. The role of monasteries in the life of the people of this region through the centuries has been enormous. From ancient times until today the monastery is a spiritual oasis in which the moštiju St. Peter čudotvorca search relief and comfort in the many plagues and diseases. Patients are now frequent visitors to this remarkable holy.

In the monastery of the Black River in the Turkish time (the beginning of the twentieth century) opened the first primary school for children in the territory of the Serbian whole Ibarskog Kolasin. The school was housed in a specially built monastic konak, which in the time of writing this article, after more than 80 years of serving the needs of the monastery which is part of a detailed renovated. In the surrounding villages (as in the vicinity of Tutin, Brnjaku, Oklacima, etc.). More can be meet by an old man who is taught, and then finished school internatskog type.

Despite all its extraordinary beauty and heritage, the monastery Black River is a long time was almost unknown outside their immediate environment. Only the score, the construction of the bridge over the lake at Ribaric prilaznog and repair times, the monastery Black River, as a rare jewel of serbian medieval culture, out of relative anonymity in which resides the full 700 years.
</pref>
[8]