User:Mgunay
Mustafa Günay*
“Türkiye’de felsefe var mı?”, “Bizde filozof var mı?” türünden sorulara yakın zamanlara kadar çoğunlukla olumsuz yanıtlar verildiğini saptamak mümkündür. Hatta birkaç yılönce öğrencilerime uyguladığım bir ankette, belli başlı Türk felsefecilerinin adlarını ve kitaplarını yazmalarını istemiştim. Sonuç oldukça üzücü ve düşündürücü çıkmıştı. Elbette bu durumun çeşitli nedenleri bulunmaktadır. İlkin, bizde felsefi düşüncenin tarihi, Batı’da olduğu kadar eski ve köklü değildir. İkinci olarak da, felsefecilerimiz/düşünürlerimiz nedense kendi ülkemizde üretilen felsefeye ve felsefi söyleme karşı kayıtsız kalmakta, birbirlerinin çalışmalarına gönderimde bulunmaktan sanki özenle kaçınmaktadırlar. Ancak son yıllarda “Türkiye’de Felsefe” konusundaki çalışmaların çoğaldığını ve hatta felsefe bölümlerinde bu konuyla ilgili dersler verilmeye başlandığını görüyoruz. Bunlar elbette sevindirici gelişmelerdir.
Bu yazıdaki amacım, Betül Çotuksöken’in ülkemizde Cumhuriyet dönemindeki felsefe çalışmalarını inceleyen ve yaklaşık dört yıllık uzun bir araştırmanın ürünü olan “Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Öğretim ve Araştırma Alanı Olarak Felsefe-Seçilmiş Metinlerle”· adlı kitabını, çeşitli yönleriyle tanıtmak ve değerlendirmektir.
Çotuksöken, kitabında, özellikle öğretim ve araştırma bakımından ülkemizdeki felsefi düşüncenin gelişimini irdelemekte ve değerlendirmektedir. Kiabının ekler bölümünde, felsefe bölümlerinden bazılarının yüksek lisans ve doktora tezleri kaynakçası ve bazı bölümlerin lisans ders programları yer almaktadır. Kitabın son bölümünde felsefecilerimizden seçilmiş birer yazıya yer verilmiştir. Çotuksöken şöyle demektedir: “Bu bölümde felsefe anlayışlarını doğrudan doğruya ya da kimi felsefe disiplinleri dolayımında yansıtan yazılarla, Türkçenin bir felsefe dili olarak kuruluşuna katkıda bulunan yazılara ve evrensel felsefi söylemin ülkemizdeki alımlanışını içeren çalışmalara özellikle yer verilmiştir.”(s.100)
Felsefe dünyamıza yönelirken göz önünde tuttuğu ölçütler konusunda Çotuksöken şunları söyler: “Felsefe dünyamızın neliğini ve evrensel felsefe dünyasına katkılarını gözler önüne sermek için daha ilk ağızda birtakım ölçütler geliştirmek gerekmektedir. Bu çalışma çerçevesinde zaman zaman filozoflarımızın/felsefecilerimizin yapıtlarının ve ele aldıkları konuların dökümü yapılmakla birlikte, esas olarak onların felsefi anlayışlarının ne olduğu üzerinde durulmuştur. Aynı zamanda daha sonraki kuşakları yetiştiren kişilerin kurdukları ya da kurdurdukları “düşünce akrabalıkları” da dikkate alınmaya çalışılmıştır.”(s.IV)
Çotuksöken, Cmhuriyet döneminde felsefenin durumuna bakarken saptadığı ölçütlere önem vermenin yanısıra, özellikle Cumhuriyetin bir “yurttaşlar”, “kurumlar” toplamı olduğunu göz önünde bulundurmakta ve yine özellikle üniversitelerde üretilen felsefe çalışmalarını ele almaktadır. Ancak söz konusu kurumların dışında ya da belli bir kuruma bağlı olamadan çalışan kişilerden de söz etmektedir. Çünkü bir kişinin akademik dünyanın dışında bulunması, onun felsefe dünyasında verimli ve etkin olmasına engel değildir.
Üniversitelerde Felsefe
Çotuksöken, Türkiye’deki felsefi düşüncenin gelişimini, üniversitenin çağdaşlaşması süreciyle birlikte ele almaktadır. Üniversitelerimizdeki felsefe bölümlerini incelerken de, gerek çağdaş üniversitenin gerekse de Modern Türk Felsefesinin başlangıcı olması bakımından, İstanbul Üniversitesi felsefe bölümünü ele alarak konuya girmekte ve bu bölüme diğer bölümlere göre daha fazla yer vermektedir. Bildiğimiz gibi, İstanbul Üniversitesi ülkemizde kurulan ilk üniversitedir. Aynı zamanda bu kurum içinde yer alan felsefe bölümü de ilk olma özelliğini taşımaktadır. Yine bu üniversitemizdeki felsefe bölümü, oldukça uzun bir süre için, ülkemizdeki değişik üniversitelerde çalışan felsefecilerin de yetiştiği başlıca kurum durumunda olmuştur. Çotuksöken’in deyimiyle: “Diğer üniversitelerde şu sıralarda eğitim-öğretim etkinliklerini gerçekleştiren, araştırma yapan kişilerin büyük bir bölümü, İstanbul Üniversitesinde yetişmiş ya da bu bölümde belli bir süre çalışmış kişilerdir.(...) Yine İstanbul üniversitesinde yetişen, en azınadn doktora derecesini bu kurumdan alan kimi kişiler, halen herhangi bir felsefe bölümünde çalışmamakla birlikte, bulundukları kurumlarda bu bölümden aldıkları etkiyi sürdürmektedirler.”(s.24)
İstanbul Üniversitesi felsefe bölümünde felsefe anlayışları ve eğilimleri birbirinden çok farklı kişiler bulunduğunu belirten Çotuksöken’e göre: “Modernliği ve Aydınlanmacı tutumu benimseyenlerin yanısıra, Aydınlanmacı tutumu eleştirenlerin, karşı çıkanların da bulunduğu bir gerçektir.”(s.24) Felsefi düşüncenin tarihsel gelişimini ele alırken, bu bölüme ağırlıklı biçimde yer vermesinin gerekçesini ise Çotuksöken şöyle açıklar: “Türkiye’de felsefenin her anlamdaki tarihinin, İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünün tarihiyle büyük ölçüde örtüştüğü açıkça görülmektedir. Bu nedenle İstanbul Üniversitesine daha geniş bir yer ayrılmıştır.”(s.56-57)
Çotuksöken, daha sonra sırasıyla Ankara, Hacettepe, Ortadoğu Teknik, Atatürk,Ege,Boğaziçi,uludağ, Gazi, Mersin ve diğer bazı üniversitelerdeki felsefe bölümlerini ve felsefe grubu öğretmenliği bölümlerini ele almakta ve bu bölümlerin kendine özgü nitelikleri ve ayırt edici özellikleri üzerinde durmaktadır. Çotuksöken’e göre, “Bir bakıma, her bir felsefe bölümünün yapısını, bölümlerde çalışan öğretim elemanlarının felsefeye ilişkin tasırımları ve yönelimleri etkilemektedir. Yapılan çalışmalar hangi doğrultudaysa, verilen dersler de o doğrultuya yakın olmaktadır.”(s.29) Şimdi söz konusu felsefe bölümlerinin başlıca niteliklerini gözden geçirmek yerinde olacaktır.
1940’lardan itibaren Ankara’daki Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi felsefe bölümünde yer alanların ortak yönleri, İslam düşüncesi ve bilim tarihi konularıyla uğraşmalarıdır.(s.27) Hacettepe felsefe bölümünde ise, "ağırlıklı olarak bilgi sorunları, değer sorunları, etik sorunlar ve insan hakları konusu işlenmektedir. Bilgi konusunda ontolojik yaklaşımı benimseyen öğretim üyelerinin büyük ölçüde, İstanbul Üniversitesi kökenli antropolojik yaklaşımı öne çıkarmaya çalıştıkları öne sürülebilir.”(s.31) Çotuksöken, bu bölümde görevli olan kişilerin aynı zamanda Türkiye Felsefe Kurumunda da etkin çalışmalar yapan kişiler olduğunu da belirtmektedir. Örnek vermek gerikirse, “Bölüm başkanı İoanna Kuçuradi, felsefenin üniversitelerde kurumsal olarak oluşturulmasının yanısıra, sadece üniversitelerde kalmaayrak, felsefenin doğrudan topluma da yayılması konusunda son derece duyarlı davranmaya ve bu türden çalışmaların kurumsallaşması doğrultusunda özel olarak çaba harcamaktadır.”(s.33) ODTÜ felsefe bölümünde ise mantık, bilim felsefesi ve bilim tarihi türünden çalışmalar ağırlıktadır. Ama son yıllarda daha farklı konulara yönelişlerin başladığı ve çeşitli çalışmaların yapıldığı görülebilir.(s.37) Atatürk Üniversitesi (Erzurum) felsefe bölümü 1975 yılında İstanbul ve Ankara üniversitelerinin desteğiyle kurulmuştur. “Bölümde yetişenlerin zaman zaman Tanzimattan bu yana yerel düşünce dünyamızı gözler önüne sermeyi amaçlayan çalışmalar gerçekleştirdikleri ve bunun yanısıra karşılaştırmalı çalışmalar yaptıkları (...) öğretim elemanlarının büyük çoğunluğunun din-felsefe ilişkilerini son derece önemli bir sorun alanı olarak gördükleri ve bunun yanısıra kimi öğretim elemanlarının günümüzün önemli felsefe sorunlarıyla ilgilendikleri görülmektedir.”(s.39) 1979’da kurulan Ege Üniversitesi felsefe bölümünün ise, daha çok, antikçağ felsefesi, İslam felsefesi, hermeneutik ve bilim felsefesi alanındaki çalışmalarla tanındığını belirtir.(s.41) Uzun yıllar bölüm başkanlığını yürütmüş olan ve islam felsefesi çalışamalarıyla tanınan Ahmat Arslan DTCF, şu anki bölüm başkanı olan ve estetik ve dil felsefesi alanında yoğunlaşan Taylan Altuğ ve tarihselci-hermeneutik gelenek bağlamında çalışan ve halen Muğla Üniversitesinde görevli olan Doğan Özlem İstanbul Üniversitesi mezunudurlar. Çotuksöken 1982’de kurulan Boğaziçi felsefe bölümünde, Analitik felsefe geleneğinin egemen olduğunu belirtir. Bu bölüme ilişkin olarak şunları ifade eder: “Yurtdışı ilişkileri bakımından diğer ünversitelerin felsefe bölümlerinden daha farklı bir anlayış içinde olan Boğaziçi felsefe bölümünün kadrosunda hemen her zaman bir ya da iki yabancı öğretim üyesi konuk olarak bulunmaktadır.”(s.43) 1990 yılında Hacettepe felsefe bölümünün desteğiyle kurulan Uludağ üniversitesi felsefe bölümünde, ontoloik-antropolojik bakış açısı egemendir. Gazi Üniversitesi felsefe bölümü de 1990 yılında kurulmuştur. 1993 yılında kurulan Mersin Üniversitesi felsefe bölümünde ise insan felsefesi ve bilim felsefesi başlıca yönelimler olarak görülmektedir.(s.47)
Üniversite dışındaki kişi ve kurumların çalışmaları
Felsefe alanında üniversitelerin dışında da çeşitli kurumsal ve kişisel etkinlikler gerçekleştirilmektedir. Söz konusu kurumlar arasında, Çotuksöken,Türkiye Felsefe Kurumunu (kuruluşu 1974), Türk Felsefe Derneğini (kuruluşu 1986) ve Anadolu Aydınlanma Vakfını anmaktadır.(s.52-53) Bu kurumların yanısıra bağımsız çalışan kişiler de mevcuttur. Çotuksöken’e göre, “Çoğun, kitap türü yayınlarla kendilerini tanıtan ve kabul ettiren bu kişilerin bir kısmı, doğrudan felsefe eğitimi almış kişilerdir; bir kısmı bir zamanlar üniversitelerde çalışan ve bu alanda çalışmalar yapan kişilerdir.” Çotuksöken bu kişiler arasında Aslan Kaynardağ, Selahattin Hilav, E. Sezgin, Füsun Akatlı, Oruç Aruoba, Vehbi Hacıkadiroğlu (uzun yıllar Felsefe Tartışmaları dergisini çıkarmış ve yönetmiştir) ve Celal Kanat’ı saymaktadır.(s.54)
Felsefi Temelli Kültürel Küreselleşmeye Doğru
Çotuksöken, çalışmasının sonuç bölümünde, Türkiye’de felsefenin günümüzdeki durumuna ilişkin bazı saptama ve değerlendirmelerde de bulunmaktadır: “Görüldüğü gibi, ülkemizde felsefe alanında birbirlerinden oldukça farklı nitelikte birçok çalışma yapılmaktadır. Bir bakıma üniversiteler felsefe alanında gerçekleştirilen çalışmalar için önemli bir zemin oluşturmaktadır. Başlangıçta büyük ölçüde “aktarma”ya yönelik çalışmalar, giderek daha özgün nitelikli çalışmalara dönüşmüştür. Elbette, Türk dilinde oluşturulan felsefi söylemin her zaman “özgün” nitelikli olduğu ileri sürülemez. Bununla birlikte felsefe üretenlerin ve bunu Türkçede gerçekleştirenlerin kurdukları “düşünce akrabalıkları” yoluyla çeşitli bağlamlardaki sorunlara felsefe açısından bakabilmeyi başardıkları ileri sürülebilir.”(s.56)
Çotuksöken’e göre, “Türkiye’de felsefi söylemi halis bir çabayla oluşturmaya çalışanlar, temelde felsefenin küreselleşmesine katkıda bulunmayı amaçlamaktadırlar; çünkü insanları birleştirecek olan temel de budur: felsefi temelli kültürel küreselleşmedir. Ekonomik bağlamda küreselleşmenin getirdiği sorunları aşmada bireyleri, kişileri, yurttaşları uyaracak olan felsefi düşünce biçimidir.”(s.56)
Çotuksöken, ülkemizde felsefenin durumuna ilişkin olarak bazı şaşırtıcı özelliklerden de söz etmektedir: “Felsefe dünyamızda kimi yönleriyle, kimi yüzleriyle umutlandırıcı çalışmalar olduğu kadar, kimi açıdan da felsefe olanla olmayanın birbirine karıştırıldığı; felsefece bakışa hiç de uygun olmayan kurumlaşma modelleriyle, üstelik Felsefe adına hiç de felsefe olmayanın ön plana çıkarıldığı ya da bu tür bir tutuma koşut olarak, felsefeci-filozof kimliği yeterince gelişmemiş, öne çıkmamış olan kişilerin kurumlarda yer buldukları, tersine kimilerinin de kurumların dışında kaldığı gözlenen gerçeklerdir. Felsefenin kendisi ile felsefeyi temsil eden kişilerin durumu araısnda yaşanan bunalımlar zamanla aşılabilir ya da bu bunalımlar gerçekten “verimli bunalımlar”, “üretici bunalımlar” olabilir; çünkü tuttuğunu umduğumuz “felsefe aşısı”nın gelecek yüzyıldaki görünümü buna bağlıdır. Ama hiç olmazsa şu kadarı, daha fazlasını beklemek için bizi umutlandırmaya yetiyor: gelecek yüzyılın kültürünü yaratmada en etkili olanın felsefe olduğunu görebiliyor bazı kişiler ve bu kişiler, 2003 yılında Türkiye’de (İstanbul’da) XXI. Dünya Felsefe Kongresinde bir araya gelecekler ve kıtaların birmeştiği yerde kültür alanındaki küreselleşmeye katkıda bulunacaklar, yerellikleri aşmaya çalışacaklar.”(s.57)
Birkaç eleştirel not
Yazımın son kısmında birkaç noktaya kısaca değineceğim. Çotuksöken’in kitabının ekler bölümünde felsefe bölümlerinin lisans ders programları yer almaktadır. Burada, bunların yanısıra, felsefe grubu öğretmenliği bölümlerinin/anabilim dalarının programlarına da yer verilmesi, bölüm programlarıyla bir karşılaştırma yapabilmek açısından yararlı olabilirdi. Ayrıca felefe öğretmeni olarak yetişen kişilerin nasıl bir programla yetiştirildiği de ortaya çıkabilirdi. Ayrıca felsefe öğretmenliği lisans programları arasındaki farklılar da görülebilirdi.
İslem felsefesi çerçevesinde ortaya koyduğu çalışmalarla tanınan Mübahat Küyel’in 1980’li yıllarda yazdığı lise felsefe ders kitabının “felsefe-dışı”lığının da vurgulanması yerinde olurdu. diye düşünüyorum.(s.27)
Mersin Üniversitesi felsefe bölümü tanıtılırken sözü edilen (s.27) Artı dergisi ise Mersin’de değil Adana’da yayınlanmıştır. Ayrıca öğrencilerin çıkardığı bir dergi olmayıp, özellikle avukat Zafer Saka’nın desteği ve çabasıyla yayınlanmış olan bir dergidir.
Türk Felsefesine Yönelik Gelecek Çalışmaların Yönü
Çotuksöken’in bu yapıtı, Türkiye’de Cumhuriyet döneminde felsefenin gelişme sürecini ve günümizdeki durumunu gözler önüne sermektedir. Bir bakıma önümüzde açık duran bu kitap, Türkiye’nin felsefi haritasını ortaya koymaktadır. Yazımı Çotuksöken’in sözleriye bitiriyorum: “Türkiye’de felsefe konusunda derinleştikçe ele alınması, incelenmesi gereken ne çok şeyin olduğ uda gün geçtikçe daha güçlü bir biçimde ortaya çıkıyor.(...) Bundan sonraki çalışmalarda, daha da ayrıntıya inerek, kişileri ele alan incelemeler yapmak gerekiyor.”(s.IV) Bu sözlerin felsefecilerimize yönelik bir çağrı olarak anlaşılmasını umut ediyorum. Çünkü felsefe alanında nereden gelip nereye gittiğimizi ve ne kadar yol aldığımızı zaman zaman incelemezsek, bu konuda çözümlemeler, yorumlamalar ve eleştiriler yapmazsak, felsefi düşüncenin kültürel toprağımızda kök salması da güç olacaktır.