User:Farid786
Afghanistan And Turkey
OSMANLI VE AFGANİSTAN
Afganistan ile Osmanlı arasındaki münasebetler çok eski tarihlere kadar uzanmaktadır. Nitekim orta Asya, Türklerin dünyaya yayılmaya başladıkları bir bölge olmuştur. Diğer taraftan en eski Türk kültürü ve Semerkant, Buhara, Kaşkar, Merv kültürünün Belh kültürü ile yakın bir ilişkisi olduğu hatta bu kültürden etkilenerek geliştikleri ileri sürülebilir. Türk ve Afgan milletleri birbirlerine çok yakın oldukları için bu iki milletin töre ve adetlerini, yaşayış tarzlarını ve hayat felsefelerini bir birinden ayırmak zordur. Derin bir kültür bağı ile bağlı olan Türk ve Afgan milletlerinin iftihar ettikleri ortak tarihi noktaları da vardır. Konya’ya yerleşmiş olan Mevlana Celaleddini Rumi’nin doğum yeri Belh şehridir. Burada doğmuş ve çocukluğunu burada geçirmiş, buradan Konya’ya gelip yerleşmiştir. Türk şairi Ali Şiir Nevai’nin Heratlı olduğu söylenmektedir. Gazneli Sultan Mahmut ise yine Afganistan bölgesinde yetişmiş bir Türk’tür. Timur hanedanına mensup padişahlar da Afganistan’da yetişmiştir. Selçukluların ise bugünkü Afganistan topraklarına derin bağlarının bulunduğu tarihi bir gerçektir. Türk ve Afgan milletlerinin tarihi kaderleri de birbirine benzemektedir. Afganistan topraklarını istila etmiş olan Timur, Osmanlı İmparatorluğu topraklarına girmiş, Ankara’ya kadar gelmiştir. Bir başka benzer nokta ise Türk ve Afgan milletinin istiklal savaşlarının aynı zamanda başlamış olmasıdır. Bu iki milletin evlatları istiklalleri uğrunda hayatlarını kahramanca feda etmişler ve kanları pahasına hürriyete kavuşmuşlardır. Bu kadar yakınlıkların olmasına rağmen XVIII. Yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı-Afganistan ilişkilerine dair pek fazla bilgi yoktur. Ancak milli Afganistan devletinin kurucusu Ahmed Şah Durranî(1748-1772) hakimiyeti altında bulunan Horosan’a karşı İranlılar’ın gösterdiği devamlı husumetten gittikçe daha fazla huzursuz olmaya başlamış ve bir mektupla üç kişilik bir elçilik heyetini 1762 yılının sonlarında Bağdad üzerinden İstanbul’a göndermiştir. Mektubunda Osmanlı ile birlikte hareket ederek İran devletini ortadan kaldırmayı teklif etmiştir. Fakat Osmanlı Padişahı III. Mustafa (1757-1774) İran ile olan antlaşmaları gereği bu teklife ret cevabı vermiştir. Buna rağmen Osmanlı-Afganistan münasebetleri o tarihten sonra daha iyi olmaya başlamıştır. Nitekim Afganistan’dan İstanbul’a gelen “Mücerret Kalenderler” yani bekar ve seyyah dervişlerin barınmaları için 1792-93 tarihleri arasında Üsküdar’da Çinili Camii yakınına bir Nakşibendi tekkesi kurulmuştur. Bu tekke Afgânî kalenderhanesi olarak anılıyordu. 1925’te tekke ve zafiye kanunu ile kapatılarak vakıflara terkedilmiştir. XVIII. Yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Seyyahları, Afganistan’a uğrayıp gözlemlerini Türk milletine aktararak Afganistan’ın coğrafi ve tarihi bilgilerini vermekle Afgan halkını da tanıtmaya çalışmışlardır. 1877 yılında Ahmet Hamdi adında bir seyyah Afganistan’ı şöyle anlatmaktadır: “ Afganistan kıtasından seyahati âcizanemin taalluk eder ciheti ancak salifu’z-zikr (Atak ) nehrinin beri tarafları olup buraları dahi Hindistan İngilizlerinin Pencap Kıtasına ilave olunmuş ise de yine lisanen ve iklimen Afganistan add olunduğu gibi Afganistan’ın cihat-ı sâilesi dahi İngilizler ile Rusya nüfuzu beyninde münâzi fih bir hale geldiği ve Peşaver Şahbenderliği, Kabil ile muhabereden hâli olmadığı cihetle buralardan gereği gibi malumat istihsal olunduğu münasebetle seyehatnâmede kıt’ai mezkûreden dahi biraz ma’lumat vermek iktiza eylediği gibi bir çok asırlardan beri istiklaliyet üzere yaşayıp şücaat ve besaletleriyle beraber vatanperverliklerinin evsafı ile tarih-i milel malamal ve Hindukuş Silsile-i Cibâli Tepelerinde (Lâ ilâha İllallâh Muhammed Rasulullah) nâresiyle i’layı kelimetullah eden altı yedi milyon kadar bir cemiyeti islamiye emirinin hilafet-i mükaddese-i İslamiye Cânib-i Âlisine olan hulus ve hususiyet kâmilesinden dahi bir nebzecik olsun beyan etmek icab eder.” Ahmet Hamdi’nin tasvirine göre; Afganistan’ın kuzeyinde Türkistan, güneyinde Belücistan, doğusunda Hindistan ve batısında Acemistan(İran) olduğunu söyleyerek Afganistan’ın başkenti Kabil ve diğer önemli şehirleri olan Kandahar, Herat, Gazne ve Bedehşan’dan bahsederek bu şehirlerin tarihini ve güzelliklerini anlatmıştır. Bunlarla beraber Afgan halkını cesur, her türlü zorluğa dayanıklı, sabırlı ve dindar olarak nitelendirmiştir. Afganlılar’ın kendilerini Beni İsrail neslinden geldiklerini söylediklerini belirtmiştir. Bedahşan tarafında Türk ve Arap nesline mensup kişilerin olduğunu ve İskender-i Rumî neslinden olduklarını iddia eden Siyahpuş (siyah giyenler) milletlerin yaşamakta olduğunu söylemiştir. Siyahpuşlara Afganların, kafirler ve yaşadıkları yerlere de kâfiristan dediklerinden bahsetmektedir. Daha sonra XIX. Yüzyılın başlarında Müslüman oldukları için onlara Nuriler ve yaşadıkları yerlere de Nuristan denilmiştir. 1907 yılında Mehmet Fazlı adında bir başka Osmanlı seyyahı, Mısır’dan Afganistan’a seyahat ederek Afganistan hakkında şunları söylemiştir: “ Afganistan: Asya’nın bu genç ve dinç hükümeti hakkında bütün cihanı İslamiyet’te bir teveccüh, bir muhabbet vardır. Özellikle Osmanlılar, umumiyetle bu diyar ve hükümet için pek büyük bir his takdiri teveccüh ve ihtiram beslerler. Fakat gariptir ki bugün bu hükümet hakkında hemen hiç kimsede doğru bir fikir, malumat-ı hakikiye yoktur. Hurafât kâbilinden işitilmiş, rivayet edilmiş bazı efsanelerden başka bu memleketin ne hal-i hazırına ne de mazisine ait bir eseri matbu mevcut değildir. Çünkü oraya girmek, görmek ve sonra gördüğünü doğru olarak yazmak hiç kimseye nasip olmamış gibidir. İnsan bilmediği, iyice tanımadığı bir şeyi tabiidir ki ne kadar sevse yine eksik sever. Hatta sevmesine bir vech-i münasebet bulunamaz. Binaen aleyh Asya’nın pek faal bir hükümeti olan ve bilhassa tekmil vatandaşlarımızın teveccüh-i samimi-i gâibesini kazanmış bulunan Afganistan’ın hali hazır siyasi ve askerisini bir dereceye kadar dahi istikbalini tanımak, ona karşı bir hiss-i ihlas ve müvaddet besleyen Osmanlılara lazımdır. Bu lüzum te’min ve tadmin edilince o ihlas ve müvaddet tabiidir ki o teveccüh ve hürmeti gıyâbi mezdat ve metin olacaktır.” Böylece Mehmet Fazlı, Herat’dan Afganistan’a giriş yaparak, önce giriş yaptığı Herat’ı anlatmış ve sonra Afganistan’ın coğrafi durumu, sınırları, dağları, akar suları, gölleri ve meşhur şehirleri olan Kandahar, Gazne ve Belh’i özellikleri ile kaleme almıştır. Ariya kavminin beyaz ırkından olduğunu söyleyen Mehmet Fazlı, Afganların uzun boylu, esmer tenli, parlak gözlü, mütenasıbıl aza, zeki, cesur bir kavim olup hiddet ve şiddete husu ile serkup saymaya katiyen tahammül edemez ve sert insanlar olup aynı zamanda çok misafirperver ve mütedeyyin olduklarından bahsetmektedir. Afganistan’da hizmet vermekte olan Osmanlı zabitleri ile beraber Mehmet Fazlı’nın Afganistan Emirini ziyareti esnasında Afganistan Emiri Habibullah Han’ın şu sözleri Osmanlı halkı ile Afgan halkı arasındaki sevgi ve muhabbetin tercümanıdır. “ Afganistan, Devlet-i Aliyye-i Osmaniyenin bir küçük kardeşi makamında ve siyaset-i şarkiyede sağ kolu mesafesindedir. Binaen aleyh Afganistan’ın kesbi kuvvet etmesi Türkiye’nin tezyidi sıtvet ve şevketine esbab-ı asliyeden biri olabilir. Bu vecihle her Osmanlının böyle mühim bir maksadın husuli için son dereceye kadar bir hissi samimiyet ve hamiyet ile çalışmaları tabii olup buna emniyeti kâmilem vardır...” Afganistan’da Türkiye dostluğunun temellerini atanlar Türkiye’nin aydınlarıdır. Bunlar; II. Abdülhamid döneminde Mısır’a yerleşen doktor, mühendis, maliyeci, ressam, matbaacı gibi elinden iş gelen kişilerdir. Bunlar Mahmut Tarzî tarafından Afganistan’a götürülmüştür. Mahmut Tarzi, Türkiye’de otuz sene kalmış, öğrenimini Türkiye’de tamamlamıştır. İlk Afganistan gazetesi olan Serace’l-Ahbari Afganiye’yi kurmuştur. Türkiye’deki özgürlük ve yenileşme düşüncelerinden etkilenmiştir. Afganistan’a döndüğünde kurduğu gazete ile Afganistan’ın bağımsızlığı ve içeride yenileşme davalarını ortaya atmıştır. Mısır’dan altı Türk aydınının Afganistan’a getirilmesi konusunda Afgan emirini ikna emiş ve bunları getirmiştir. Bu aydınlar her biri kendi alanlarında ciddi ve dürüst olarak çalışmışlar, Afganların sevgisini kazanmışlar, Afganlılara da Türkleri sevdirmişlerdir. Bu alimlerden Muhmud Sami Bey, askerliğin ehemmiyetini ve önemini kavramıştı. Bu amaçla Afgan ordusuna zabıt yetiştirmek üzere ilk askeri okul olan Harbiye Seraciye’nin kurulmasını sağlamıştır. Burada talim ve terbiye dersleri vermiştir. İngilizce ve Peştuca karışımı olan askeri rütbeler Türkçe ve Peştuca’ya çevrilmiştir.
Bunlardan bazıları şunlardır: Gıt Misşer - Liva, Ser Misşer - Fırka, Sersel Misşer - Kol ağası ( Kol Ordu) vb.
Yine bu dönemde posta teşkilatında da bir takım ıslahatlar gerçekleşmiştir. Bu alanda Trabzonlu Hasan Hilmi Efendi önemli rol oynamıştır. Osmanlı Posta teşkilatının aynısı oraya tatbik edilmiştir. Yenileşme Hareketleri Sonrası Afgan-İngiliz Savaşı: Mısır’dan gelen Türk aydınlarının etkisiyle Afganistan’da askeri alanda bir takım ıstılah yapılmıştı. Bu yenileşme hareketleri sadece askeri alan ile sınırlı kalmayıp fikir dünyasına da yansıdı. Bağımsızlık ve hürriyet düşüncesiyle İngilizler ile birkaç defa savaşan Afganlar, 1919 Savaşı ile bağımsızlıklarını kazanmıştır. Bu dönemde İngilizler ile Osmanlı Devletinin de arasının açık olduğu düşünülürse, Afganlıların açmış olduğu bu savaş Osmanlı’yı bir nebze olsun rahatlatmıştır. Afganlıların bu savaşı açmalarını Osmanlı desteklemiştir. Oradaki Osmanlı aydınlarının katkısı olmuştur. Görüldüğü gibi Osmanlı-Afgan ilişkileri çok eskilere dayanmaktadır. Bu münasebetler tarih boyunca samimi ve iyi niyet beslenerek devam etmiş ve etmektedir. Tarih boyunca gerek coğrafi, kültürel benzerlik ve dini birlikteliğin getirdiği olumlu bir tablo sergilenmiştir. Gerek XIX. seyyahlarının verdiği bilgilerden ve gerekse XX. Yüzyıldaki siyasi ilişkiler bunun en belirgin örneklerini vermiştir. Osmanlı’nın gözünde Afgan halkı, cesur, iyilik sever, misafir perver ve mütedeyyin olarak şekillenmiş, aynı şekilde Afgan halkının gözünde de Osmanlı şekillenmiştir. Coğrafi ayrılığa rağmen bir birlerini beraber kabul etmişler, kardeş gibi görmüşlerdir. Afgan Emiri Habibullah Han’ın şu sözleri dikkate değer ve günümüz için de gözardı edilmemesi gereken fikirler içirmektedir. “ Afganistan, Osmanlının küçük bir kardeşi ve doğu bölgesinde sağ koludur. İslam ümmeti uyku halindedir. Biz böyle olmayıp hep birlikte hareket etmeliyiz.” Aynı şekilde Gazi Mustafa Kemal Atatürk de bunu çok iyi ifade etmiş ve Afganlılar ile Türklerin iki kardeşten de daha yakın olduklarını şu sözlerle belirtmiştir: “ Afganlılar ile Türkler iki kardeşten de daha yakındır. İki kardeşin iki ayrı beden ve iki ayrı ruhu vardır. ancak Afganlılar ile Türklerin iki ayrı beden ile beraber tek bir ruha sahibtirler.”
Hazırlayan: Farid Ahmad Qarizadah Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi Doktora Öğrencisi